Chios – Sakız Adası 2. tur (2023 Eylül) Uzak köy ve kasabalar ile tavernalar

Chios yani Sakız Adası’na 6 sene sonra ilk kez gittik. Bu kez daha önce gitmediğimiz bazı yerlere de uğramak istedik.

Tabii ki Karfas kumsalı, Agia Dinami adlı bakir koy, Pirgi köyü (Mesta’ya gitmedik), Langada (ya da Lagada) köyüne yine gittik. Ünlü Nostos (taverna) yine full’du.

Türkler yine her yerdeydi. Gittiğimiz her plaj ya da restoranın en azından 3’te 1’i Türk’tü. Bunu eleştirmek ya da dalga geçmek için değil, bir gerçeği belirtmek için söylüyorum. Türkler, Yunan adalarının en sadık ve iyi müşterilerinden… Bu çok net…

Bu yazıyı fazla uzatmayacağım çünkü bir önceki Sakız yazısı yeterince detaylı…

Burada ekstra olarak nereye gittik?

İki tane güzel köyden bahsetmek istiyorum.

1) Lithi köyü

Adanın Batı kısmında yer alıyor. Burada da birçok köy ve kasabada olduğu gibi çeşitli tavernalar yan yana… En iyisinin “3 Kardeşler” olduğunu öğrendik ve oturduk.

3-4 masa doluydu. 2’si Türk’tü… Karidesi güzel tavsiye ederim.

Toplam 3 kişi 73 euro ödedik. Ancak şunu söylemek gerekir, biz kendi rakımızı kendimiz getirdik. Dolayısıyla adada uzo almadık. Evet, Yunan adalarında kendi içkinizi de getirip içebiliyorsunuz. Ama yine de restoran görevlisine oturmadan önce sormanızı tavsiye ederim.

Fotoğraflara geçelim…

Megas Limionas köyü

Adanın doğu kısmındaki bilinmeyen köylerden bir tanesi… Karfas Beach’ten sonra son gün aşağıya doğru inerken burayı keşfettik. Deniz çarşaf gibi ve kum… Yemeğinizi yiyip direkt denize 10 saniye… Harika bir yer. Sakin ve tertemiz. Kesinlikle tavsiye ederim.

Megas Limionas’ta gittiğimiz restoranın adı Agyra idi…Personelden biri çok iyi Türkçe biliyordu. Balıklar her zaman olduğu gibi taze. Yerel peynir olan Mastelo’yu tavsiye ederim. Ispanak köftesi de spesyallerdendi. Kesinlikle onu da tavsiye ederim.

Genel/bilinen yerler

Bunların dışındaki merkezdeki 44 Coffee Bar, gece bara dönüşmesi gündüz ise kahvaltı ve kahve seçenekleriyle yine eğlencenin ana mekanlarındandı.



Hellenic Seaways muhtemelen Midilli’den sonra tarifeli seferini Sakız’a yaptı. Aynı gemiyi Midilli’de de görmüştüm. Adı Nissos Samos’tu. Muhtemelen birkaç adaya her gün yolcu bırakıyor. Akşam üstü saatlerinde Midilli’deydi. Demek ki oradan ayrılıp akşam hava karardıktan sonra Sakız’a ulaşıyor.

Glari Beach yine büyüleyen yerlerdendi. Küçük ama gerçekten denizi harika… Kayaların yanında su buz gibi oluyor. Altta bir kaynak suyu durumu var bell ki… Kesinlikle tavsiye ederim.

Ve tabii ki Agia Dynami…

Yine uzak koylardan bir tanesi. Hala çok ünlenmedi. Hala çoğu kişi bilmiyor. Ne bir şezlong ne bir kafe var ama deniz harika.

Ege güzeli Midilli detayları (Molivos-Petra- Plomari-Skala Skaminea, 2023)

2023’te kurban bayramının 4 gününü Midilli’de geçirdim. Bazılarınız için bu süre az gelebilir ancak, az sayıda yere gittim. Böylece detaylara daha fazla hakim oldum. Zaten bu yerlere daha önce gitmiştim. Dolayısıyla çok daha rahat incelemelerde bulunabildim. O zaman başlayalım. Çok uzatmadan yazacağım.

UZO ŞEHRİ PLOMARI

İlk önce güneyden başlayalım. Plomari… Bir uzo şehri ya da kasabası… Bilinen ve bu blog sayfasına da adını veren Barbayanni uzolarının üretildiği yer burası… Ayrıca kasabadan adını alan Plomari uzoları da burada yapılıyor.

İlk iki fotoğraf Barbayanni, sonuncusu ise Plomari uzo fabrikalarından görseller…

Plomari adanın güneyinde olması sebebiyle (genelde) rüzgarı az ve denizi çarşaf diye tabir edilen şekilde olan bir bölge… O bölgedeki Vatera ve Skala Eressou da denizleri güzel olan bölgeler. Vatera detayları eski Midilli yazılarında mevcut. Skala Eressou’ya henüz gidemedim. Ama çok güzelmiş…

Plomari kumsalları bu şekilde… Tam kum değil, yarı çakıl taşı, yarı kum… Ama rahatsız etmiyor. Deniz ayakkabası varsa zaten hiç sorun yaşamazsınız.

PLOMARI MERKEZ…

Plomari merkezi, çınar altı kafeleri ve dar sokaklarıyla biliniyor. Evler kırık dökük ve bakımsız genelde… Bir balıkçı kasabası… Gelelim asıl konuya… Nerede, ne yenir? Seçenekler belli… Tam merkezde yan yana tavernalar var. Yediklerinizin büyük çoğunluğu taze… Donmuş gıda yok neredeyse…

Gördüğünüz gibi ahtapotlar, tazeliği gösterme amacıyla taverna önüne kurutulmaya bırakılmış…

Ben Ahivada adlı tavernada yedim. Bir gün önce Skala Skamnia’da yediğim için burada ahtapot tercih etmedim. Lakerda, Yunan salatası, kızarmış peynirli kabak çiçeği dolması (çok ünlüymüş ama bir esprisi yok) , saganaki peyniri ve Plomari uzo içtim. İki işi toplam 36 euro ödedik.

SKALA SKAMINEA KASABASI

Adanın kuzeyinde yer alan bir balıkçı kasabası daha… Tam karşısı Assos-Behramkale… Ancak Plomari’yle kıyaslanamaz bile… Burada zaten plaj yok. Sadece 1-2 taverna var, o kadar… O tavernalar da ünlü tabii… Günü romantik şekilde batırmak, güneşin “denize girişini” görmek istiyorsanız, burası biçilmiş kaftan… Fotoğraflar zaten her şeyi anlatıyor. Fazla detaya gerek yok… Zaten diğer yazılarda buradan bahsetmiştim. Dolayısıyla fazla uzatmıyorum.

ÖNEMLİ DETAY: Skala Skaminea adanın kuzeyinde ve dolayısıyla uzak bir noktada olduğu için, dönüşte karanlığa kalırsanız, sizi bekleyen manzara bu… Yollar ve asfalt sorunsuz ancak viraj çok var. Çok dikkat edin…

MOLIVOS-PETRA İKİLİSİ…

Kuzeyin diğer önemli ve güzel kasabaları ise Molivos ile Petra… İkisi arasında sadece birkaç km var. Arabayla işiniz çok rahat. Arabanız yoksa, iki yer arasında ring yapan tren şeklinde servisler var. Ücretli tabii ki…

Molivos’tan başlayalım. Dar sokakların olduğu, arabaların zor girip çıktığı, bayramlarda 34-06-35 plakaların asla eksik olmadığı bir kasaba burası… Ben adaya gelen turistlerin hep merkezde kaldığını düşünürdüm ama Molivos’ta da alan çok turist varmış. Türkler de dahil. Assos’tan bir dönem feribot da vardı direkt buraya… Sonra kaldırdılar. Sezon içinde arada koyuyorlardır belki… Ama ben merkez varken burada kalmayı tercih etmem. Çok küçük ve gezilecek, zaman geçirilecek fazla yer yok. Günübirlik geçenler için güzel tabii ki…

Osmanlı döneminde mollaların kurduğu bir şehir olduğu söyleniyor. İsmi buradan geliyormuş. Tepede kale ve taş evleri çok güzel. Ama kasaba çok dik… Her yeri gezmek istiyorsanız, tabana kuvvet…

Ana caddeyi (sokağı) çekmemişim… 😦

Molivos’ta 2 tane plaj (beach) var. Full taşlık. Deniz dalgalı… Bu anlamda Plomari ve güneydeki diğer yerlerin yanına bile yaklaşamaz. O yüzden gittiğinizde şaşırmayın.

PETRA…

Molivos’tan birkaç km aşağıya indiğinizde geldiğiniz sahil kasabası… Burada plajlar Molivos’a göre çok daha fazla… Zaten yan yana dizilmişler. Kafeler, tavernalar… Şezlonga para vermiyorsunuz. Sadece yediğiniz, içtiğiniz… Zaten bu durum, Yunanistan’ın %90’ı için böyle…

Petra’da da gün batımı efsane. Tam karşınızdan batıyor güneş… Deniz Molivos gibi dalgalı. Ancak kumsallar o kadar taşlık değil.

Ve merkez, Mytillini ya da Mytilene…

Biz Midilli adası diyoruz ama Midilli asılında adanın merkezi… Ada Yunanlılar tarafından Lesvos diye isimlendirilmiş.

Ben merkeze (arabayla) yakın sayılabilecek Zoumboulis otelde kaldım. 2 kişi 3 gece için 150 euro ödedik. Burada kalan birkaç Türk çift daha vardı. Fazla özenmemişler. Hizmet çok da iyi değil. Beklentilerinizi yüksek tutmayın. Benim için çok fark etmediği için kafama takmadım. Bu tür seyahatlerde fazla özen olmasa da olur. Temiz mi? Temiz…

Ama iyi ve güzel bir otel istiyorsanız, merkezdeki Blue Sea oteli tavsiye ederim. Kalmıştım orada bir kez. Baya iyi otel.

Merkezle ilgili fazla detaya girmiyorum. Zaten orada gezip görüp birçok detayı siz de keşfedebilirsiniz.

Bankamatiklerin önünde hep kuyruk vardı. Sonunda dayanamadım, bir tanesini çektim. Hep böyle. En azından 3-4 kişi mutlaka oluyor. Bitcoin sever birisi olarak tebessüm ederek izledim. Yunanlılar çok teknolojik tipler değiller. Senelerdir gidip gelen birisi olarak bunu çok önce keşfetmiştim. Bizimle bu konuda kesinlikle yarışamazlar. Avrupa Birliği’ne sırtlarını dayamanın rahatlığı var, bu çok belli.
Yunan emeklileri hep böyle… Bütün gün kafelerde, tavernalarda oturup konuşup oyun oynuyorlar. Sürekli konuşuyorlar. İnanılmaz. Susmuyorlar. İşsizlik ve rahatlık diyelim. Çeneye vuruyor sanırım.

Yunanistan’ın küçük yıldızı Ios (İos) Adası… (Yunan adaları)

Yazan: Hakan Ateşler

2016 yılında senelik iznimi son yıllarda kafayı taktığım Yunanistan‘ın Ege Denizi’ndeki Ios adasında geçirdim. 5 günlük bu tatil ada hakkında birçok tecrübe edinmek için yeterli oldu.

Bu süre Ios adası için ortalama bir süre… Daha çok kalmayı, daha çok yer görüp, lezzet tatmayı tabii ki isterdim ama hayat…

Blog’larda ada için 1-2 günlük geziler de görüyorum ama bunlar bence çok da yeterli değil.

Evet, ada küçük ancak popülaritesi -Mikonos kadar olmasa da- her sene gitgide artan muazzam beach’lere sahip…

Beach party’ler hoşunuza gitmiyor mu? ya da “Mikonos çok abartılı, Santorini çok pahalı” diyorsanız, Ios tam size göre… Her yaştan, her çeşit insana hitap ediyor çünkü…

Neyse hikaye kısmını geçip, gerçeklere dönelim…

Önce paradan bahsedelim…

Ios çok pahalı bir ada değil. Birçok Yunan adası gibi, Türkiye’nin cennet yerleri Bodrum, Çeşme ve türevlerinden çok daha ucuz… Ama…

Ama’sı yol… Ios adasına ulaşmak çok kolay değil. Gezmeyi, görmeyi, araştırmayı seveceksiniz. Yoksa Ios yolculuğunuz işkenceyle başlar, küfürlerle sona erer.

Ben her yaz tatili planlarımı bir sene önceden yapmaya başlarım. Evet, tarihleri hele bir de çalışan bir insansanız önceden kestirmeniz zor ama para olayını halledebilirsiniz. 1 yıl boyunca kenara bu tatil için küçük miktarlar koymaya zaten başlamıştım. Bu yüzden giderken içim rahattı. “Toplam ne kadar harcadın?” deseniz cevap veremem. Saymadım, bakmadım… Bakmam da… 🙂

Kaba hesaba girişelim.

İlk yapman gereken kendini Atina’ya atmak… Bunun için en kısa yol tabii ki uçak. Ben Pegasus’tan 59 euroya Sabiha Gökçen kalkışlı uçağımı buldum, affetmedim.

Atina’da, Pire limanından tüm adalara tekneler, feribotlar kalkıyor. Ios, baya uzak olduğu için gidiş-geliş toplamda 116 euro ödedim. (Evet uçaktan pahalı). Bu arada Pire’de de bir gece kalmak durumundaydım. 35 euro da buradan gitti. Rezervasyonların hepsini internet üzerinden, ödemeleri de kredi kartıyla yaptım.

Ios’ta otelde geceliği 25 euroya kaldım. Bundan ucuzunu bulmak zor. Ya çok uzak, ya da çok bakımsız olanları var. Onlar belki…

Ama benim otelim (pasiyon diyelim), çok temiz, düzenli ve sürekli sıcak suyu olan bir yerdi Hem de merkezdeydi. 59 euro uçak bileti, 40 euro Pire’deki otel, 116 euro feribot(git-gel) ve 100 euro civarı da (4 gece) pansiyon…

Adada kredi kartı çoğu yerde geçiyor. Uzak köylerdeki tavernalarda geçmeyebilir.

Ada yazısına geçelim…

Önce kendini Atina’ya at!

Yukarıda da belirttiğim gibi önce Atina’ya gitmeniz gerekiyor. Ios ulaşılması kolay bir ada değil. İzmir’den, Çeşme’den, Bodrum’dan feribot kalkmıyor 🙂

Ancak Atina’ya ulaştıktan sonra gerçekten her şey beklediğinizden daha kolay oluyor. Yunanlılar, ellerindeki tek iyi kart turizm olduğu için bunu kullanmayı biliyorlar.

Atina’da Venizelos havalimanından banliyö treni ve metro kalkıyor. Bu iki seçenekle de Pire’ye ulaşabilirsiniz. Gemi, tekne, feribot ve türevlerinin çoğu Pire limanından kalkıyor. Gece, gündüz, sabaha karşı fark etmiyor.

Pire’ye ulaşma kısmını kısa yazıyorum, çünkü gerçekten çok kolay ve bu konuda not almadım 🙂

Tek aktarmayla işinizi hallediyorsunuz.

Pire…

Pire, dağınık ve çok da temiz olmayan bir şehir. Ben beğenmedim. Ama şu feribot organizasyonu muazzam. Dev bir limanı var.  9 bölüme ayırmışlar. Sizin feribotunuz hangi bölgeden kalkıyorsa, oraya gitmelisiniz.

 

Korkacak bir şey yok. Tüm bölümler E1, E2, E3 şeklinde 9’a kadar sıralı ve yan yana… Bulamama ihtimaliniz yok. Hadi uzoyu fazla kaçırdınız, akşamdan kaldınız diyelim… Her taraf acenta ve biletçi kaynıyor. Oteldeki resepsiyona sorsan o da çok net ve basit şekilde sana açıklar.

dsc_0191

Dikkat etmeniz gerek noktalardan biri ise, Türkiye’de muhtemelen internet üzerinden almış olduğunuz biletleri limanda mutlaka onaylatmanız gerektiği… Size gemiye biniş kartı verecekler… Hem gidiş hem dönüş… Onlara iyi bakın, kaybetmeyin… İnternet üzerinden almış olduğunuz çıktıyla (modern! dilde print-out 🙂 ) feribota binemezsiniz.

Ben akşamdan bilet olayını hallettim. Sabah 7.20’deydi feribotum… Heybetli bir ismi de vardı: Hellenic Seaways, Highspeed 6…

Harbiden de highspeed…

Gece, gündüz, sabaha karşı… Dediğim gibi her adaya feribotlar kalkıyor. Arabalar, insan yığınları sürekli Pire limanında…

7’yi 20 geçe bizim highspeed kalktı ve Ios’a doğru yola çıktı. Durak yok. Direkt gidiyoruz.

Bizim şehir hatları vapuru gibi, “Çıkayım da bir çay, sigara içeyim” diye bir seçeneğiniz yok. Bunlar çok hızlı giden makineler oldukları için güvenlik önlemleri yüksek, dışarıya çıkılmasına izin verilmiyor. Limandan kalkarken 1-2 fotoğraf ve görevli hemen herkesi içeriye davet ediyor.

İçeride yemek, içecek var. Kart geçmiyor. Cash… Ben bir şey yemedim, içmedim. 0,5 litre suyum yeter. Adaya inince bakarız…

İçeride yoğun bir klima ve Avustralyalı, İngiliz genç grupları mevcut. Onun için kulaklık ve üstünüze sizi üşütmeyecek bir şey almanız tavsiyem… Highspeed diye adı var, teknoloji süper ama wi-fi yok… Benden söylemesi…

dsc_0194

Ve Ios…

Dediğim gibi uzun zamandır kafayı taktığım için Ios’a yaklaşmak bile, onu feribotun camlarından görmek bile insanı heyecanlandırıyor.

Benim kaldığım yer, Glaros oteldi… Limana yakın… 5 dakika yürüme mesafesi… Limanda iner inmez pansyonuma gittim. Zaten küçük yerler buraları… Pansiyon sahiplerinin oğlu ordaydı… İki samimi muhabbet, odayı da hazırladılar, vailizi bıraktım, kendimi dışarıya attım.

Oda beklediğim gibi küçük, temiz ve düzenliydi. Klima da koymuşlardı… Gecelik 25 euroya beklentilerinizi fazla tutmamalısınız zaten… O zaman 5 yıldızlıya gideceksin…

Benim için temiz olması yeterliydi. Kahvaltı çoğu yerde olduğu gibi burada da ücretli… Oda-kahvaltı değil yani…

Yialos Beach…

Fotoğraflarda da gördüğünüz gibi Yialos Beach denilen yer, kumsal, kaldığım yerin hemen karşısındaydı. Yoldan karşıya geçmek yeterli… Saat 7.20’de kalkan feribot, 11.30 civarı adadaydı… Önce güzel bir kahvaltı hemen ardından da kendimi denize attım. Yialos da diğer kumsallar gibi, sadece kum ve müthiş bir denize sahip… Fazla anlatmaya gerek yok.

Mylopotas Beach…

Pansiyonun sahipleriyle konuşurken, benim de İstanbul’dan okuduğum beach’leri söylediler. Bunlardan ilki hep merak ettiğim Mylopotas Beach’ti… Burada camping alanları ve sırayla dizilmiş pansiyonlar mevcut.. Farout Camping denen yere, İngiliz ve Avustralyalılar adeta akın ediyor. İzlandalı da yok değildi. Su sporları, dalış yapıyorlar. Okul gezileri de oluyor.

“Ne alaka?” demeden de geçemiyorsunuz. İngiliz ve Avustralyalı’nın hatta İzlandalı’nın gideceği yer mi kalmadı da, Ege’de küçük ve ulaşması (onlar için daha zor) uğraş isteyen bir yere geliyorlar? Onu da öğrendim. 70’li yıllarda hippiler buralara gelmiş. Öyle ya da böyle ada bu şekilde, o coğrafyalarda bir isim yapmış. Bu hippilerin çocukları, torunları ya da ismi duyan gençlik buraya geliyor. Özellikle de Far Out camping denen yer…

Mylopotas’a her gün yarım saatte bir limandan otobüsler kalkıyor. Otobüsler adanın merkezi Chora’dan da geçiyor. Bilet fiyatı 1.80 euro…

Mylopotas’a gelecek olursak… Diğer kumsallar gibi (sürekli beach yazmak istemiyorum:)) müthiş bir denize ve kuma sahip…


Drakos Taverna…(üstte solda gözüken yer)

Mylopotas’ta bir de bana çok önerilen Drakos Taverna vardı. Adayla ilgili ilk hayal kırıklığımı burada yaşadım. Çünkü birçok Yunan adasında olduğu gibi restoranın dışına taze ahtapotlar asılmıştı. Bir de bir televizyon kanalının gurme çekimine denk gelince “Şimdi buldum işte” dedim ama…

Siparişimi verirken emin olsam da sordum, “Ahtapot ve kalamarlar taze mi, dondurulmuş mu?” dedim. “Dondurulmuş” dedi kadın. “Ama buraya ahtapotları asmışsınız…” dediğimde cevap veremedi. “Çok sipariş alıyoruz, yetiştiremiyoruz” gibi klasik bu coğrafya insanının “İdare et işte” anlamına gelen cevabını aldım.

Yunan salatası (üzerinde feta peyniri olan) ve ahtapotumu yedim, Uzomu içtim ama moral bozuldu. Ege, küçük bir Yunan adası ve dondurulmuş ahtapot… İlginç…

Midilli’de adam patatesi bile kendi soyup, kızartıp getiriyordu sana…

Dolayısyla gurme falan olmasam da Drakos’ta salata, bir bardak uzo, cacıki ve ahtapota verdiğim 21 euroya üzüldüm.

Bilseydim yemez, limanın oralardaki teze balık yapan yerlere saklardım açlığımı ve paramı…

Dolayısyla Drakos tavernada çok da yemek yemenize gerek yok. Bir özelliği yok.


Magganari Beach…

Bir gün sonra gittiğim yer bir başka büyük kumsal ama daha sakin olan Magganari Beach‘ti… Burası liman ve Mylopotas gibi adanın güneyinde kalan ancak ulaşılması daha uzun süren bir yer… Liman tarafından zaten sürekli otobüsler kalkıyor. Gidiş-dönüş, 7,20 euroluk yol masrafı var.

Magganari de çok uzun bir sahile, güzel bir kum ve denize sahip bir yer… Burası Mylopotas gibi yoğun bir yer değil. Market yok.Güneş kreminizi, sigaranızı, ne bileyim şnorkelinizi yanınıza alın. Burada alamazsınız.

Bir bar-restoran ve bir tavernası var…

İkisi de fena değil… Venüs bardan dondurma, bira, su, wifi 🙂 gibi ihtiyaçlarınızı karşılayabilirsiniz. Bir de Christos Taverna var… Otobüsün kalkmasına yakın, “hemen iki dakika bir şeyler yiyeyim” dedim. Gittim bu sefer, atıştırmalık alacağım.. Sordum yine “Taze mi, dondurulmuş  paket mi?” diye…”Ahtapot dondurulmuş, kalamar taze” dedi. Taze kalamarı yedim ve biramı içtim.. 10 dakika sonra kalkan otobüsle limana geri döndüm.


Chora…

Ios adasının, doğu, batı ve güneyinde güzel kumsallar var. Muhtemelen kuzeyinde de sağlam yerler vardır (yollar bozuk olduğu için otobüsler gitmiyor. Kiralık araba alırken de adamlar “oralara girmeyin, sorumlu sizsiniz” diyorlar) ancak merkez Chora, bir tepede yer alıyor.

Her yerde küçük küçük evler ve dükkanlar var. Restoranlar, büfeler, marketler… Küçük sokaklar. Bazen sadece bir insan vücudunun bile zor geçeceği yerler var. Chora köyünün her yeri inişli-çıkışlı sokaklarla kaplı… Bir sokağa giriyorsunuz, sessiz sedasız evler… Duvara bakan bir balkon. Belki küçük bir daire. Bir sokak ise sadece dükkan. Hediyelik eşyacının yanında dondurmacı, onun yanında market. Garip garip sokaklarda bir anda süper market çıkıyor karşınıza…  Tek taverna var, o da dondurulmuş yemek veriyor. Salatamı yedim çıktım. Orada çalışan biri Türkiye‘den geldiğimi öğrenince hemen oturdu, politik olayları sordu. Anlattım. Baya detaylı biliyorlar. İsim isim… Neyse… 🙂

Gün batımını seyretmeden de sakın ayrılmayın. Yukarı çıkarken biraz yoruluyorsunuz ama değer…

Chora’da gece hayatı…

Fazla yemek yemedim Chora’da. Gece hayatı ise gelişmiş… Birçok bar mevcut. Eylül başı gittiğim için yarı yarıya kalabalıktı. Temmuz, Ağustos “peak” yapıyormuş. Bazı dükkanlar kapamış bile… Akşamları oturdum, bulduğum yabancı bir arkadaş grubuyla 1 saat, 2 saat takıldım. İçkimi içtim döndüm. Limana son dönüş otobüsü 23.40 ya da 12 gibiydi.

Sonrası ya otostop ya yokuş aşağı yürüyüş.. Çok uzak değil ama yakın da değil. Hele limandan, Chora’ya yürüyerek gitmeyi düşünmeyin bile. Yokuş yukarı 1 saatte çıkarsınız. Hem de o güneşin altında…

Dedim ya yarım saatte bir otobüs var zaten… Dönüş 12’den sonra yok. Sezonda kesin  saatleri uzatıyorlardır.

Saat akşam 11 gibi Mylopotas‘tan limana dönen ve Chora‘da duran otobüsler full geliyor. İngilizler, Avustralyalılar çıldırmış gibi içmeye ve eğlenmeye geliyorlar. Nasıl dönüyorlar gerçekten bilmiyorum. Sabahlıyorlar belki de… Çünkü son otobüs ya da bir öncesiyle geliyorlar. Millet zaten 10’da, 11’de kaçmaya başlıyor. Bunlar 23.30 otobüsüyle Chora’ya merkeze barlara geliyorlar…

İçkiler ucuz. Tekila 1 euroydu. Bira 3 euro… Daqiri 6 euro… Viski falan 7-8 euro civarıydı.

 


Araba kiralama

Yoğun günler devam ederken, “araba kiralasam mı?” diye düşündüm. Fiat Panda ya da Nissan Micra en ucuzları. Günlük 30 euro… Kredi kartı geçiyor. Benzin bir günlük maksimum 15-16 euro yeterli…

Araba nereden baksan 50 euroya geliyor işte… Yine söylüyorum fazla değil. Bizi bitiren TL oluyor.. 🙂

dsc_0279

Theodoti Beach…

Koumpara Beach diye bir yer var. Oraya gideceğim. Artık bir tam, bir de yarım günüm kalmış. Gidecek daha yerler var ama zaman yok… Araba kiralamak istemedim. “Zor şartlarda hallederim” dedim. Bir de hediyelik eşya, yemek, atıştırmalık vs vs derken gidiyor para, eriyor.

Ancak Koumpara Beach otobüsünü kaçırdım. En yakın otobüs 2 saat sonra… Yakın ama bu güneşin altında yürünmez. Gittim arabacıya 30 euroya Fiat Panda’yı kiraladım.

Gitmemin zor gözüktüğü Theodoti Beach’e doğru yola çıktım. Kuzey doğuya doğru… 20-25 dakikada arabayla oradasınız.

Yollarda ATV kiralamış gençlerin yanından geçtik. O güneşin altında dağ yollarında gidebiliyorlar. Helal olsun.

Theodoti Beach’e geldim. Küçük sakin ama yine muhteşem bir denize sahip yer. Hiçbir plajda para ödememiştim. Burada çakal suratlı, yalan gülüşlü bir kumral “Hoşgeldiniz, nasılsın?” dedi ve 3 euro istedi.

Verdim, keyfime baktım. Theodoti’de taverna ya da restoran yok. Küçük bir beach sadece… Tek tük evler var aralarında mesafe olan o kadar.

Denizi, kumsalı güzeldi. Ama muhabbet de bir yere kadar. Sıkıldık. “Aşağıda Psathi Beach var” dediler, hemen yola çıktık.

Psathi Beach… (Pontus mu? Evet, evet)

Psathi, Theodoti‘nin biraz alt tarafında kalıyor. Burası da sakin ve bir o kadar güzel bir plaj…Theodoti gibi küçük… Arabamla gelir gelmez, denize atlamak istedim ama küçük Panda kuma saplandı. Çıkmıyor da… Hemen plajdan yardıma geldiler. 1-2 Amerikalı çift, 1-2 Yunan yardım ettiler. Arabayı itmeler, kumu temizlemeler, lastiğin altına taş koymalar…

40 dakika sonunda arabayı kumdan çıkartabildik.


Psathi‘de kumsala inmeden bir de küçük taverna gördüm. Dışarıdan inanılmaz güzel, salaş ve çekici gözüküyordu. “Acaba yine donmuş yemek mi verirler” derken, attım kendimi Alonistra Taverna‘ya…

Yaşlı bir adam vardı. Sahibi zannettim değilmiş, çalışanmış. “Kalamar taze ve çok güzel” dedi.  İstedim taptaze ızgara kalamar geldi. Dev gibi… Limonu, zeytinyağını anlatamam… “Yediğim en güzel yemekti” diyebilirim. Psathi’ye uğrarsanız, Alonistra‘da yemek yemeden dönmeyin. Sonunda bir de adını unuttuğum bir tatlı da ikram ettiler. O yemeğin üstüne ancak o tatlı giderdi. O kadar iyiydi.

Orada çalışan yaşlı adamın dedesi, Samsun Bafralı’ymış. “Bafra” deyince adam, “Samsun mu” dedim, “galiba” dedi:).. “Trebizon’da da aileden çok kişi varmış” deyince, “Bizde de ‘Trabzon’ deniyor. ‘Pontus Rum’u mu'” dedim… “Evet, Pontus, Pontus” diye cevap verdi.

Nereden nereye… Ne hikayeler vardır.


Koumpara Beach…

Son dolu günümün akşamına geliyorum artık. Theodoti ve Psathi‘den sona gün batımı için rota, batıdaki benim de kaldığım yere yakın olan Koumpara Beach… Arabaya atladım, yavaş yavaş yarım saatte oradaydım…

Yine şahane bir deniz ve kumsal. Hatta denizde yüzerken ahtapot bile gördüm.

Burada da sakin bir ortam var. Polydoros denen bir mekan var. Bar-restoran tarzı… Gözüme aşırı lüks geldiği için ve Psathi’de inanılmaz bir yemek yediğim için yeltenmedim bile… Gün batımını izledik ve kaçtık.

Lorentzena diye bir yer…

Son günün akşamı yine Chora‘da bir şeyler içtim ve orada tanıştığım arkadaşlarımla vedalaştım. Sabah erken kalkıp, pansiyon sahibinin önerdiği Lorentzena‘ya gideceğim.

Havanın da temiz olması sebebiyle 7’de ayaktaydım. Eşyalarımı toplamak için vakit çok. Oyalanmak gibi bir niyetim de yok zaten. Maksat görebildiğin kadar çok yer görmek.

Koumbara’nın üstünde yine batı yakasında Lorentzena diye bir yer varmış. Doğal bir plaj… Şemsiye yok, bar, restoran yok.

Arabayı 11’de teslim etmem gerektiği için vaktim bol. Ios-Atina feribotum da 13.20’de… Yarım gün benim…

Atladım arabaya, zaten 10 dakikada Lorentzena’dasın… Tabelalar da gösteriyor. Önemli bir yer zannediyorsun ama 3-5 ev, onun dışında kimse yok.

Virajlı dağ yollarından indim ve asfalt yol kumsalda bitiyordu. Hayatımda böyle bir yol ve plaj görmedim. Adamlar plaja kadar asfalt yol yapmışlar. Hem de kimsenin uğramadığı bir yere…


Görüntü yukarıdaki gibi… Kumsalda kimse yok. Zaten saat 7’yi 10 falan geçiyordu. Deniz sakin ve o kadar güzeldi ki… Tertemiz… Akşamdan ateş yakmışlar, onun taşları duruyordu. Aşırı huzurlu bir yerdi. Maksimum iki kişi o da sevgilinizle gelinmesi gereken bir yer. Sadece sessizlik.. Ve gerçekten kimse yok. “Keşke geceden haberim olsaydı da gitseyim”diye düşündüm. Gece o karanlıkta yıldızları izlemek, dalga seslerinden hafif korkmak inanılmaz olurdu.


Lorentzena’da 40 dakika kadar takıldıktan sonra döndüm, valizimi topladım. Valizi resepsiyona bırakıp, limandaki fırına gidip inanılmaz hamur işleri yedim. Frappe’mi içtim.

Feribotların camları titretmesi…

İos‘a sürekli büyük feribotlar yaklaşıyor. Arabalar, insanlar iniyor. Feribotların motorundan çıkan ses, öyle bir titreşim gönderiyor ki, odanın camları titriyor. İnanın hiç abartmıyorum.

Ben odama ilk yerleştiğimde tahta panjur ve pencere arasından bir cızırtı sesi geliyordu. Sinek falan zannettim. Bir süre sonra o kadar işkenceye döndü ki, “Yahu ne bu” dedim. Baktım baktım hiçbir şey yok. Sonra limana feribot yanaştığını ve her gaz verişte aynı sesle camın ve panjurun titrediğini gördüm. Hatta panjur titreşimi önlemiş. Gece yatarken tahta panjuru açık bırakmıştım. Saat 3 gibi camlar deprem gibi titremeye başladı. Allah’tan feribot olduğunu biliyordum. Bilmeseydim çok ciddi söylüyorum, dışarı atardım kendimi “artık in mi cin mi geldi”diye… O kadar korkutucu… Çok da ses gelmiyor ama artık titreşim mi, ses dalgası mı neyse… deprem gibi titriyor… Evler eski hep, onun da etkisi var… Pimapen falan olsa kıpırdamaz 🙂

Ios daha mı güzel?

Sonuç olarak Ios maceram bu şekildeydi. Tüm hikayeyi, güzel detaylarıyla birlikte yazmaya çalıştım. Çok fiyat olayına giremedim. Çünkü gerçekten ana paralar haricinde ne harcadığımı yazmadım. İki kişi gidince fiyatlar da iki katı olmuyor. Oturduğunuz zaman iki porsiyon kalamar ya da iki ahtapot yemiyorsunuz. Ya da iki araba kiralamıyorsunuz. Fiyatlar göz korkutucu değil ama Euro-TL farkı da ortada.

Siz de eşinizle ya da sevgilinizle giderseniz, her şeyi bulabileceğiniz iyi bir yere gideceksiniz. Eğlenceyse eğlence, sükunetse sükunet…

Ios, daha önce gittiğim Kos’tan, Midilli’den daha mı güzeldi? Hayır. Zaten bir ada, bir kumsal, deniz ne kadar güzel olabilirse o kadar iyiydi. Hatta denizi genel anlamda bu adalardan iyiydi. Ama yolculuğu da ayrı zevkliydi. Tecrübeydi.

Yemekler açısından Midilli ve Kos, hatta Yunanistan‘ın bazı bölgeleri (Kavala, İskeçe) Ios‘u katlar.

Buralarda genelde hep taze yemiştik. Özellikle deniz ürünleri… Zannediyorum Türkiye’den çok turist gitmesinin Türkiye’ye yakın adalar için bir kriter oluşturması söz konusu…

Türk turist artık Bodrum’dan Alaçatı’dan Çeşme’den soğudu… Hatta nefret ettirildi. Artık para babası 34 plakalı jip sahipleri buralarda paralarını saçmayı tercih ediyorlar.

Gerçek turist, bu işletmere gerçekten uzun vadede para kazandıracak hatta Çeşme’yi Çeşme, Bodrum’u Bodrum yapan turist artık Yunan adalarına kaçıyor. Hem daha kaliteli hem de euro farkına rağmen daha ucuz yiyor.

Bunun için vize işkencesine de katlanıyor.

Bu durum Türkiye‘ye yakın Yunan adalarını da etkilemiş. Ios bunların dışında.. Zaten Türkler’e de hitap etmiyor. Taverna kültürü yok denecek kadar az. Arık Mikonos yolunda gidiyor ada.. Bu net…

Ama Datça‘nın karşısındaki Symi‘nin belediye başkanını hatırlayın, “Türkler olmasa biz ne yaparız” demişti.

Hakan Ateşler

Küçük koyların ve İtalyan esintilerinin adası Leros…

Leros adasına gelmeden önce, burası hakkında aslında en ufak bir fikrim yoktu. Gitmeyi planladığım yer Symi’ydi ama oraya feribotların iki senedir gitmemesi rotamı Leros’a çevirdi.

Baştan söyleyeyim, Leros zor bir ada, yorucu… Mutlaka araba kiralamanız gerekir. Öyle otobüs falan beklemeyin. Tüm adayı, evet tüm adayı turlayan ve ring sefer yapan sadece bir (rakamla 1) otobüs mevcut. Sordum, sezon bitimi diye de değilmiş, tüm sene bu şekildeymiş. Zaten adada herkesin motoru ve arabası var.

İşte o otobüs de bu küçük şey… Yani kaçırdınız mı, bekle ki tüm adayı dönsün dolaşsın gelsin. Kesinlikle araba ya da motor kiralayın. Tabi “Benim teknem var, 3-5 saat takılır giderim” derseniz o ayrı…

NASIL GELDİM?

Öncelikle ulaşım ile başlayalım. Ben buraya nasıl geldim? Kolay olmadı. Normalde, Türkiye’den binersin feribota, geçersin adaya… Burada bir feribot daha lazım. Bodrum’dan Kos’a geçip, oradan Leros’a geldim. Sezonda haftanın belirli günleri Bodrum-Leros seferleri de yapılıyormuş. Eğer böyle bir şansınız varsa direkt geçmeniz tabii ki en iyisi… Turgutreis’ten kalkıyor sanırım.

Bodrum’dan 22 euroluk (tek gidiş) biletle Kos’a geçtim. Kos’tan Symi, Patmos, Leros, Rodos ve birçok adaya zaten diğer feribotlarla geçebiliyorsunuz.

Kos-Leros biletimi Kos’ta aldım. O 24 euroydu. O da tek gidiş. Evet, çok pahalı. Dodekanisos şirketiyleydi… Mesela dönüş Blue Star Ferries ile 14 euroydu. Çok sorgulamadım. Dönüş daha büyük olan katamaranlaydı, belki ondan, bilmiyorum.

Yunanlıların ellerinde kalan tek değerli varlık artık turizm… Dolayısıyla buna dört elle sarılmış durumdalar. Deniz ulaşımı çok iyi. Hızlı feribotlar, katamaranlar… Feribot Kos’tan sonra önce Kalimnos’a sonra Leros’a geldi. Dönüşte de aynıydı.

EN GÜZEL VE EN GENİŞ SAHİL KASABASI ALINDA

Evet, önbilgileri de verdikten sonra artı ana yemeğe geçebiliriz. Adada nerede kalınır, nerede rahat edilir? Bunlar önemli… Başta da dediğim gibi Leros zor bir ada… Bunun çeşitli sebepleri var. Sokaklar dar, yollar az, ulaşım zor ve ada coğrafi açıdan da size kolaylık sağlamıyor. Girintili ve çıkıntılı, sürekli bir yerlere sapmak ve yön değiştirmek zorunda kalıyorsunuz.

İşte bu yüzden (bence) kalınabilecek en güzel yer Alinda bölgesi… Bir kere uzun bir sahil şeridi var. Oteller, restoranlar, tavernalar, cafe’ler ve süpermarketler zaten işinizi ciddi şekilde kolaylaştırıyor. Bunların hepsinin aynı anda olduğu başka bir yer görmedim. “Eee ne var bunda?” diye sorabilirsiniz ama gerçekten adanın en rahat kasabası Alinda…

Bu arada adadaki tüm sahil kasabaları bu şekilde… Kum sahil, plaj yok. Ya küçük ya büyük çakıl taşları… Bu anlamda fazla beklentiniz olmasın. Dediğim gibi ada zor bir ada ve bazı imkanlar kısıtlı… Hayati bir hata yapıp otelimi sahilden almadım. Siz mutlaka sahil taraflarından alın. Marketlere, kafelere yakın olun. Sürekli yürümek zorunda kalmayın. Araba, motor dahi olsa en küçük bir ihtiyaçta arabaya binip gitmek yoruyor insanı…

MERKEZ, AGIA MARINA BÖLGESİ

Gittiğiniz küçüklü büyüklü her yerde bir merkez vardır. Bölgenin kalabalığı buradadır, işler bu bölgede yürür. Otogar, bankalar, bankamatikler, restoranlar, teknoloji, hediyelik eşya ve giyim kuşam işleri de burada döner.

İşte Agia Marina böyle bir merkez değil! ! ! 3-5 kafe, 3-5 hediyelik eşya dükkanı dışında hiçbir şey yok. Taverna’lar da var ama onlar zaten her yerde var. Pardon! Postane var, evet. İşiniz düşerse postane Agia Marina’da…

Akşam da gittim. Çok kalabalık olduğunu da görmedim. Ada halkı da pek bir özellik görmüyor demek ki. Merkez olacak bir durum yok. Zaten bu tür adalarda gençler de pek olmuyor. Bir yaştan sonra buralarda sıkılıyorlar ve ana karaya, Atina tarafına, büyük şehirlere gidiyorlar. Özel bir işiniz yoksa, esnaf, berber, ya da balıkçı falan değilseniz, bu tarz adalarda tüm sene sıkıntıdan çatlarsınız, ki bence bu meslekleri yapsanız da çatlarsınız.

KÜÇÜK BALIKÇI KASABASI PANTELI

Adanın en güzel kasabalarından biri Panteli’ydi. Birçok yerde olduğu gibi burası da balıkçıların yaşadığı bir bölge. Adanın güney doğusunda yer alıyor. Çok küçük ve çok dar. Burada da ünlü taverna’lar ve kalacak güzel yerler var. Denizi çok temiz, cafe’ler barlar yeterli sayıda. Tarihi sokaklarıyla adanın görülebilecek yerlerinden…

Panteli çok küçük olmasına rağmen, her şeyi buraya sığdırabilmiş bir yer.

KUZEYİN GÜZEL PLAJI BLEFOUTIS

Blefoutis başlıktan da anlayabileceğiniz gibi adanın kuzey bölgesinde yer alıyor. Havalimanı da buraya çok yakın. Havalimanı, Kos, Samos ve Midilli kadar fazla kullanılmıyor. Çok sessiz. Blefoutis’e gitme sebebim tamamen havayla ilgiliydi. Güneyden esen sert lodos denizi iyice bulanık yapmıştı. Ben de kuzeye gidip sakin bir denizde zaman geçirmek istedim. Blefoutis bir köy ya da kasaba bile değil. Bir plaj önünde bir tane taverna var. Bu kadar. Tek tük evler de var ama böyle bir köy, kasaba gibi birlikte değiller. Yine de koy turistler tarafından çok seviliyor ve genelde hiç boş kalmıyor.

Fotoğraflardan da anlaşılacağı gibi hava bulutlu ama Blefoutis’te deniz sakin. Buradaki taverna da güzeldi. Aslında adadaki tavernaların hepsi güzel. Bu anlamda belki Kos ve Midilli gibi büyük adalardan ayrılıyor olabilirler. Onlar kadar endüstriyelleşmemişler.

ARA BAŞLIK: FİYATLAR NE DURUMDA?

Fiyatlar genelde 3-5 sene öncesiyle aynı. Ahtapot 11-13 euro arası, kalamar 12-14 euro arası geliyor. İşte Greek salad 5 euro, saganaki peynir 4 euro. Hep içtiğimiz mavi barbayyanni de 9-11 euro genelde (20’lik)… Rakamlarda ikinci yazılanlar, yani daha pahalı olanlar, adada gerçekten pahalı kabul ediliyor. İsmi çıkmış tavernalar bu fiyatları veriyor. Gittiğim tavernaların listesi ve fiyatlarını birazdan vereceğim.

NAZİLERİN SON KAZANDIĞI SAVAŞ VE MUSSOLINI’NİN YAZLIK YAPTIRDIĞI KASABA: LAKKI

Adada benim en çok ilgimi çeken yer Lakki oldu. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’nın en çetin muharebelerinden biri burada yaşanmış. Aslında Leros bu anlamda çok önemli bir adaymış.

Lakki’nin hikayesi kısaca şu şekilde;

Birinci Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı’nın en kötü dönemlerinden birinde İtalya-Osmanlı savaşı yaşanıyor. Mustafa Kemal’in de savaştığı Trablusgarp’ta falan kazanıyoruz ama savaşı genel manada kaybettiğimiz için yapacak bir şey kalmıyor. Dolayısıyla birçok bölge gibi, Ege adaları da elimizden çıkıyor. [İsmet İnönü vermiş ya adaları :))) ]

Ege adalarına 1912’de İtalyanlar yerleşiyor. İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar da kalıyorlar. Sonra 1947’de Yunanlılara veriyorlar. İtalyanlar, adaları aldıktan sonra çok bir değişiklik yapmıyorlar asında. Müslüman halk gönderiliyor ve artık sadece Yunan-Hristiyan halk adalarda kalıyor. Ancak 1930’lardan sonra başlayan İkinci Dünya Savaşı’nın ayak sesleri ve yükselen faşizm özellikle Leros’u önemli bir nokta haline getiriyor.

Mussolini 30’lardan sonra hburayı bir üs olarak görüyor. İtalyanlar Almanlarla birlikte Girti’in alınması için Leros-Kos-Kalimnos 3’lüsünü merkez görüyorlar. İtalyanlar sonra taraf değiştiriyorve İngilizlerin yanına geçiyor. 40’larda yaşanan bu olayın ardından Almanlar saldırıya geçiyorlar. Kos ve KLalimnos’u İtalyanlar’ın ellerinden alıyorlar. Ama Leros’u tam alamıyorlar. Ve bu yüzden en büyük operasyonlarından birini Leros’a düzenliyorlar. Hava kuvvetleri günlerce bombalıyor. İtalyanlar, İngilizlerle birlikte olmalarına rağmen adayı kaybediyorlar. Ama Almanya da savaşı kaybediyor. Sonra da çekiliyorlar.

(Bizi İkinci Dünya Savaşı’na sokmayan, bu belayı yaşatmayan başta İsmet paşa ve o günkü politikacılara selam olsun.)

Peki bunca hikayeyi niye yazdım? Çünkü Leros burada önemli bir coğrafi konuma sahip. Daha doğrusu konumuz olan Lakki. Lakki limanının eski adı Porto Lago. İtalyanlar ona adanın 1922-37 arasındaki yöneticisi Mario Lago’nun adını veriyorlar.

Lakki limanı Ege’nin en derin sulara sahip limanı… Bu yüzden büyük gemiler girip çıkabiliyor. İtalyanlar burayı deniz üssü olarak görüyorlar. Mussolini yazlık bile yaptırmış burada. Ama hangi ev bilinmiyor. Hiçbir zaman da gelme fırsatı olmamış. İtalyanlar burayı bir ordu-asker-malzeme tedarik yeri olarak görüyorlar. Ordunun Ege’deki en önemli üssü burası… Askerler ve aileleri de burada kalıyor.

GARİP VE TERK EDİLMİŞ GEOMETRİK ŞEKİLLİ BİNALAR

Lakki, adanın geniş yollara ve sokaklara sahip tek kenti. Mussolini askeri araçların rahat mobilize olabilmesi için böyle bir kasaba istemiş. Ana yollar ve ara sokaklarlar aşırı geniş. Binalar ise iki İtalyan mimara yaptırılmış. Dönemin önemli mimari sanatı rasyonalizm etkisinde yapılan binaların çoğu, şu an hala terk edilmiş durumda. Yunanlılar da korumamış bu yerleri. İtalyan etkisinin görülmemesi için restore etmemişler.

Evet Lakki’de silindir ve küp şeklinde birçok bina var. Çoğu hala, bugün kullanılmıyor. Çürümeye terk edilmişler. Bazıları yavaş yavaş UNESCO listesine sokulmaya çalışılıyor. Yunanlılar geç de olsa bu konuda olumlu bir adım atmaya başlamışlar. Ama şehir hala hayalet şehir gibi… Yolların genişliğini de görüyorsunuz. Aslında tam bir faşist yönetim uygulaması, çok belli.

Gördüğünüz gibi Lakki sokakları bu şekilde… Benim ulaşamadığım, araba girmeyen ve yukarıda kalan tepe bölgelerde de birçok İtalyan askeri bölük ve taburlarından kalma yerler de varmış. Şu anda keçilerin geceleri sahipleri tarafından zincirlendikleri yer olarak kullanılıyormuş. Adanın genelinde de Lakki’deki tarzda birçok ev var ama Lakki’de gözünüze giriyor adeta… Her yer bu şekilde…

Sonuç olarak Lakki, deniz kum ve güneşin olduğu bir yer değil ancak tarih severler için bence görülmesi gereken bir kasaba… Birçok tekne, gemi yapım ve tamir yerleri de burada yer alıyor. Adaya gelen feribotların da bazıları Lakki’ye geliyor. Diğerleri merkez Agia Marina’dan…

SAVAŞ MÜZESİ VE MERIKIA TÜNELİ

İtalyanlar, askeri üs olarak gördükleri bu bölgede çeşitli tüneller de kazmışlar. Bugün Merikia Tüneli olarak da bilinen yerde İtalyan ve Almanlardan kalma silahlar ve askeri araçlar da sergileniyor.

Umarım çok sıkılmadınız ama ben bir tarihsever olarak bu bölgeyi gezerken çok etkilendim. Tarihini bilmeyen kendini de bilemez değil mi? Bugün yapılan saçma sapan tartışmaların ne kadar boş olduğunu da bu müze ve kasabayı gezerken daha iyi anladım.

VLOMORITHOS

Vlomorithos da en uzun sahillerden birine sahip olan bir köy. Burası da diğerleri gibi taşlı. Hemen yanında Paradiso Cafe var. Her türlü deniz ürünü burada mevcut.

XIROKAMPOU (XEROKAMPOS)

Gitiiğim küçük balıkçı kasabalarından biri de Xerokampos’tu. Lakki’den devam edip güneye doğru gittiniz mi direkt olarak buraya çıkıyorsunuz. Burada küçük plajlar ve 1-2 tane birbirinden kopuk taverna da var. Bence hava sıcakken zaman geçirilebilecek en iyi yerlerden. Adını çok duymuştum. Porto Nikola adındaki tavernayı herkes tavsiye ediyor. Ben burada yemek yiyemedim. Saat 11 gibiydi ve usta gelmemişti. Lakki’den yeni gelmiştim ve gidecek başka yer yoktu. Sert lodos ve kapalı hava da açıkçası burada kalmamı engelledi. Yine de bu bölgeye yaz aylarında hava güzelken her türlü gelinir.

Not: Biraz önce de, şimdi de satışta olan arazi fotoğrafları yüklediğimi fark etmişsinizdir. Adada birçok arazi ve ev satılık. Lüks olanından çürümüş olanına kadar. Bu kadar satılık ilânı hiçbir Yunan adasında görmemiştim.

GOURNA

Gourna bölgesi de uzun ve geniş sahiliyle önplâna çıkıyor. Adanın girintili çıkıntılı yapısı ve tepelere giden yolların genelde bozuk olması güneş doğumu ve batımını rahat bir yerden izlemenizi engelliyor. Ben de gün batımı nereden izlenir diye sorduğumda, Gourna yanıtını aldım. Tam batıda değil ama aradan güneşin batımı izlenebiliyor.

Gourna’dan (arabayla) ilerleyince Drimonas adında bir balıkçı köyü daha var. Ünlü Sotos taverna da burada… (Sotos detayları aşağıda…)

LEROS KALESİ

Leros kalesi adanın en güzel yapılarından biri. Bizans, Rodos Şovalyeleri ve Osmanlı’ya ev sahipliği yapmış. Yürüyerek 500 adım merdiven çıkmanız gerekiyor. Ben arabayla gittim. Arabayı kullanırken bile baya korkutucu… Hiçbir koruma yok yolda. Uçsan uçarsın yani aşağıya… Ben çıkarken karşı şeritten kimsenin gelmemesi de şansımdı. Kale, adayı tepeden çok net görüyor.

Kalenin içinde “Bilinmeyen şehitlerin kilisesi” de yazıyordu. Ne hikayeler, ne kahramanlıklar, ne savaşlar yaşanmıştır tarihte… Hristiyan ya da müslüman, kimse onları hatırlamıyor bile bugün…

GELDİK EN ÖNEMLİSİNE: YEME-İÇME…

En başta da yazdığım gibi adada her anlamda çok fazla gidilecek yer var. Çok fazla koy ve plaj mevcut. Bu durum tavernalar için de geçerli. Merkezden uzak köylere kadar birçok irili ufaklı taverna mevcut.

Prima Plora:

Benim kaldığım Alinda’daki bir tavernaydı. Beni otelime getiren kişi tavsiye etmişti. Ben de “madem öyle akşam ilk uzomu Prima Plora’da içeyim” dedim. Sahibi hoşsohbet biri… Birçok taverna sahibi gibi politika ve bağlantılı konulara hevesli. Türkiye’yle de ilgili birçok bilgileri var. Neyse biz geçelim yemeklere. Tam 43 euro ödedim, evet 43 euro. Ama sağlam yedim. Yine de bu kadarını beklemiyordum.

Izgara ahtapot, kızartma kalamar ve özel havuç salatası ile mavi barbayanni…

Fiyat listesi ve menüyü de eklliyorum.

To Steki

Alinda’nın bir başka güzel tavernası… Burada nispeten daha az yedim. Izgara ahtapot, özel istavritli salata, mavi barbayanni… 26 euro ödedim.

Buradaki abi de az politika, az Fenerbahçe, az İstanbul muhabbeti yaptı. Belli ki Türkler konuşmayı seviyor. Oda muhabbete giriyor paso… İlgi gösteriyormuş gibi yaptı ama pek sallamadı beni. Bıkmış aynı muhabbetlerden… Zaten ilgi bekleyen de yok 🙂

SOTOS

Gourna’daki en iyi taverna olduğu söyleniyor. Adanın da en iyilerinden biri deniyor. Ben gittim ama kapanışa yarım saat vardı. Sezon dışı erken kapıyorlarmış. Ama fiyat listesini çektim. Menü diğer tavernalara göre biraz daha pahalı gözüküyor. Buraya genelde turistler gelmiyormuş. Adanın yerlileri biliyormuş Sotos’u…. O yüzden turistlerden çok yerlilerin ilgi odağı olmuş.

Gourna uzaklarda bir köy ama gün batımı muhtemelen efsane oluyordur yaz aylarında…

Koya yaklaşan bu tekne de Türk teknesi… Burası tercih edilen bir bölge demek ki… Selam verdim ama görmediler. Belki bu fotoğrafı bir gün görürler. 🙂

VE DÖNÜŞ, SABAH 04.55 FERİBOTU…

Dönüş de geliş gibi yorucuydu. Bodrum’a giden feribotu riske atmamak için günün iki feribotundan biri olan 04.55 olanına binmek zorunda kaldım. Sonra gördüm ki doğru karar vermişim.

Diğeri 14.30’da kalkıyordu ama kaçta Kos’ta olur belli değildi. Kos’tan Bodrum’a giden ise 17’de kalkıyordu. Kaçırsan bir gün daha beklemek zorundasın…

Gelirken Dodekanisos ile gelmiştim. Dönerken ise Blue Star Ferries’in katamaranı ile döndüm. Dev katamaran daha fazla insan, kamyon ve araba aldığı için indirmesi bindirmesi daha uzun sürüyor. Bu da diğer küçük teknelere göre katamaranın daha ağır hareket etmesine ve ulaşacağı yere biraz daha geç ulaşmasına yol açıyor. Bu yüzden işinizi bu tür konularda son dakikaya bırakmayın. 5-6 saat önce gidin ama teknenizi kaçırmayın. Keyif adamıysanız ayrı tabi… İşi gücü olanlara, son gün dönenlere bu önerim.

Sabah 4 buçukta limandaydım ama hangi liman? Uzaktaki Lakki limanı. Gelirken merkez Agia Marina’ya yanaşmıştık ama giderken Lakki dediler. Oraya da gece yarısı taksiyle gittik. Taksi 15 euro tuttu. Az mesafe değil ama pahalı geldi bana… Taksimetre açmadı, adeta gece tarifesi uyguladı.

04.55’te Lakki’den kalkan feribot Kalimnos’un ardından 7 buçuk gibi Kos’a geldi.

İçerisi baya lüks ve geniş. Ama insanlar gece kimbilir hangi adadan nereye gidiyorlar ve uyku sersemiler. Koltuklara yatanlar, ayakkabılarını çıkarıp yataktaymış gibi uyuyanlar ve horlayanlar. Herkes ve hepsi bir arada…

GENEL GÖRÜŞLER

Gelelim sonuna, sonuç bölümüne… Leros da diğer Ege adaları gibi güzel ama Kos, Midilli ve Samos’un yanına bile yaklaşamaz. Chios’tan da geride kalır. Ada ulaşımının hiç olmaması ve yolların birbirinden kopuk olması her işi uzatıyor.

Bir yerden bir yere gidecekken bile yol uzuyor. Çünkü arada yol yok. İllaki ana yola çıkman lazım. Tabela yok denecek kadar az. Ben Google haritaları indirdim de offline olarak kullandım. Yoksa hiçbir yere gidemezdim. Yunan hattı da almak istedim ama ona bile yer bulamadım. Yunanistan’da genelde Wind ve Vodafone kullanılıyor. Bir yerden dönerken de Wind dükkanı karşıma çıktı, “Aa buradaymış” dedim. Onu hayatta arabasız bulamazdım. Zaten siesta hesabı kapalıydı.

İngilizce tek tük konuşuyorlar. Türklere karşı bir düşmanlıkları zaten yok ama son olaylardan sadece Türkiye’yi sorumlu buluyorlar. Ama yardımseverler. Kıllık yapmıyorlar.

Ayrıca tüm bunların yanında ada ucuz değil, hatta pahalı. Yemekler taptaze ve kaliteli. Ama pahalı 🙂

Dediğim gibi Midilli ve Kos buraya bin basar. Leros’lular da genelde “Oraları çok kalabalık ve endüstriyelleşti, biz doğal kaldık” diyorlar. Bunu savunuyorlar. Doğruluk payı var ama çok az. Midilli’de bilmem kaç otobüslük otogar var. Her yere günde bilmem kaç kere gidiyor. Kos’ta otobüsler full çekiyor. Abartmıyorum. Gittiğinizde göreceksiniz. Kos’taki belediye otobüsleri bizim Mecidiyeköy otobüsleri gibi 🙂 Leros da küçük bir ada değil ama tek otobüs koymuşlar. Avrupalı turist öyle çok fazla araba kiralamaz bizim gibi… Bizim yine zenginlerimiz gidiyor buralara… Avrupalının parası değerli… Adada kum plaj olmaması da kötü tabi.

Çektiğim diğer fotoğrafları da aşağıya bırakıyorum

1850’lerde Mısırlı bir tüccar tarafından ev olarak yaptırılmış Bellenis kalesi… Şu an müze olarak kullanılıyor.

Kuzey Yunanistan’ın saklı güzelliği Fanari (Fener) ve sahilleri

Bugüne kadar Yunan adalarını ve doğal güzelliklerini, restoranlarını ve fiyatlarını sizler için birçok kez yazdım. Önümüzdeki dönemde de özellikle Türkiye’ye yakın olan adalara gidip oradaki detayları da aktarmaya çalışacağım. Ancak bugünün konusu adalar değil. Kuzey Yunanistan’ın küçük bir balıkçı kasabasını, belki de köyünü sizlere yazmak istiyorum, Fanari. Başlıktan da anlayacağınız gibi Fanari, Fener demek.

Türklerin yoğunlukta olduğu Gümülcine (Komotini) kendine bağlı. Genelde balıkçılar yaşıyor. Deniz ürünleri taptaze… Gümülcine merkez, biraz daha yukarıda kalırken, Fanari ise deniz kenarında. Sizlere Fanari’yi yazmamın sebebi hem yaz hem de kış aylarında rahatça gidip güzel vakit geçirebileceğiniz bir yer olması. Ancak şunu belirtmekte de fayda var. Fanari çok küçük bir yer ve en fazla 1-2 gün zaman geçirilmesi yeterli olacaktır. Buna rağmen ben görülmesini şiddetle tavsiye ediyorum.

Yaz aylarına giriyoruz. Tüm politik gerginliklere rağmen bu sene de yaz aylarında Yunanistan’a geçecek birçok Türk olacaktır. Daha çok tabii ki adalar tercih ediliyor ancak Kuzey Yunanistan’da da çok ucuz, kaliteli ve güzel bir tatil geçirebilirsiniz.

Fanari’nin en önemli özelliklerinden biri Gümülcine, İskeçe ve Kavala gibi Türk şehirlerine yakın olması ve denizinin de özellikle çok temiz olması.

Yunan nüfusunun az bir kısmı buraya geliyor. Adalara gidenler, Halkidiki derken, Fanari daha boş kalıyor. Bu da aslında bu bölgenin “el değmemiş” kalmasını sağlıyor.

Yol konusu burada önemli. Dedeağaç tarafından gelirken, çevreyoluna çıkınca (parayol) tabelalar sizi güzel yönlendiriyor ancak son çıkışta sadece “çıkış” yazıyor. Ben orada Fanari’ye dönen son çıkış olduğunu anlamadım. Bizde genelde son çıkış yazsa da gidilen yerin de adı yazılır. Burada yazmıyor. O son çıkışı kaçırırsanız, baya uzun bir yol gitmek zorunda oluyorsunuz. Son anda bir köy yolu bulduk da, oradan dönüp yoluna karşısına geçtik. Kavala’ya kadar dümdüz gidersiniz valla. Dikkat edin.

*Not: Küçük olan fotoğrafların üzerine tıklayarak büyütebilirsiniz. Hepsi bana aittir 🙂

Kış aylarında yapılabilecekler

Aslında başlık mantıksız oldu… Sanki çok yapılacak çok şey varmış gibi 🙂 Ama gerçekten yol üzerinde iseniz, Fanari’de balık yemeden gitmeyin derim. Hava güzel değilse güzel bir yürüyüş yapma şansınız olmaz. Ancak fotoğraflarda olduğu gibi, hava kış olmasına rağmen böyle açıksa işte o zaman keyfinize diyecek yok. Yemekten sonra dışarıda kahve içmek ve yürümek çok iyi geliyor.

Bu fotoğraflar 2022 yılı Ocak ayında çekildi. Çok sakin, huzur verici bir yer… Evlerin çoğu yazlık oldukları için kapalılar…

Faros Restoran

Gelelim artık ne yenir ne içilir’e… Yukarıdaki üçlü resimde tepede gördüğünüz yerde bulunan restoranın adı Faros… Faros da aslında Fener demek. Bilenler bilir, Trabzon’da da Faroz mahallesi vardır. İşte bu Faros o Faroz… Neyse Faros restorana yıllardır gideriz. Çok kaliteli deniz ürünleri verir ve fiyatlar da ucuzdur. Her zamanki gibi fişin fotoğrafını çekmeyi unuttuğum için buraya yükleyemiyorum ama gittiğinizde taze balıklarınızı mutfaktan kendiniz seçebilirsiniz. Fanari’ye girdiğinizde tepede kalıyor. Çok rahat bulabilirsiniz.

Manzara ve sofralar gördüğünüz gibi efsane… (Ağaçların arkasındaki restoran)

Psarotavérna to Limáni

Fanari’deki diğer restoran da tabii ki bir balık restoranı… Burası da çok güzel. Faros’tan ayırmam. Türkçesi “Limandaki Balık Tavernası”… Bu tam deniz kenarında ve daha küçük. Ama burada da tüm deniz ürünleri taze… Çok zamanınız yoksa yemek yiyip yola devam edecekseniz, arabayı bıraktığınız ana caddenin hemen yanında. Fanari çok küçük bir yer olduğu için iki restoranı da rahatlıkla bulabilirsiniz.

Fanari’de yaz aylarında ne yapılır?

Fanari aslında tam bir geçiş güzergahı… Kavala, İskeçe veya Gümülcine tarafındaysanız ve Halkidiki’ye gitmeyecekseniz yaz aylarında hem biraz önce bahsettiğim restoranlarda yemek yiyebilir hem de masmavi denizinde serinleyebilirsiniz.

Fanari çok kalabalık olmadığı ve geçiş güzergahında olduğu için saklı bir hazine gibi… Beach’ler uzun ve kum. Neredeyse her taraf kumdu. Akşam batan güneş eşliğinde (ya da sabah erken saatte) kumsalda yürümek çok güzel. Dediğim gibi deniz çok temiz, beach’lerde giriş ücreti genellikle alınmıyor. Ama genelde en kötü bir kahve içmeyi de zorunlu tutuyorlar. Onu da yaparsınız zaten…

Beach’lere para vermek istemeyen de ciddi bir kalabalık olabiliyor. İnsanlar arabalarını kumsala kadar getirip, arabasının gölgesinde takılıyor. Ya da şemsiye ve kendi şezlong/koltuğunu getirip zaman geçirebiliyor. Bunlar tabi ücret vermiyor. Çünkü kamu alanı herkesin yeri. Türkiye’de yaptığını düşünsene… Valeler falan tepene çöker. (Önemli not: Eşyalarınızı kumsalda, özellikle kamuya açık alanlarda ortada bırakmayın, özellikle bazı Bulgarlar çalabiliyor, ırkçılık yapmak istemem ama maalesef bu durum söz konusu)

Fanari şehirler arası yoldan arabayla 10-15 dakikalık mesafede bir yer… O yüzden arabasız gelmenizi tavsiye etmem. En yakın şehir, Gümülcine, zaten dediğim gibi oraya bağlı…

şezlong bölgelerini de çekmemişim ya da eski telefonda kaldı kaydetmemiş nedense… ama kumsal ve deniz sanıyorum daha önemli. Böyle upuzun gidiyor kumsal ve %90 deniz de kara da kum…

Deniz ürünleri harika olan Kos (İstanköy) Adası hikayesi

Yazan: Hakan Ateşler

Gezi tarihi: 1-5 Ekim 2019

Yaz tatilinde 3-5 günlük Midilli kaçamağı dışında bir yere gitme fırsatım olmamıştı. Eylül ayı da geçince güneyde bir adaya gitmek hava sıcaklığı açısından daha mantıklıydı.

Rodos ve Girit’i düşünsem de, 4-5 günlük süre için bu adalar çok büyük kalacaktı. Kos idealdi. Meis’i de düşünmedik değil ama Kos’a ulaşım daha kolaydı.

Uçakla Bodrum’a geldikten sonra limandan sabah feribotumuza bindik ve Kos (İstanköy) adasına ulaştık.

Adada limana yakın oteller Ekim ayı olmasına rağmen pahalıydı. Biz de merkezin 2-3 sokak arkasında 3 katlı küçük bir villa tuttuk. 2 katında balkon ve tuvalet olması çok güzeldi. Fiyat da baya makuldu.
3 gece toplam 144 euro. Sokağın adı Bouboulinas… Evin adı da Mary’s Maisonette…


Araba kirası da sezon bitimi olduğu için ucuzdu. 4 gün için 90 euro ödedik. Normalde Yunan adalarında i10 ya da Nissan Micra tarzı arabalar günlük 35-40 eurodur. Biz bir segment daha büyük olan Accent’i günlük 22,5 euroya getirdik. Satın aldığımız kişi de Kos’ta yaşayan bir Türk’tü… Ancak Yunan da olsaydı yine pazarlık yapıp bu fiyata alırdık.

Evin sokağı böyle bir yer. Bu yolun sonu tam Kos merkeze çıkıyor. Yürüme mesafesi 5 dakika… Gece de sessiz oluyor.

İlk gün saat 11.00 gibi eve yerleştik hafif bir şeyler atıştırdık. Arabaydı, evin ödemesiydi, muhabetti derken öğlen oldu. Hemen yemek planı yapıldı ve adını çok duyduğumuz ünlü Nick The Fisherman’a gidildi.

Ön izleme(yeni sekmede açılır)

Çok net Türkçe konuşan garsonlar ve tecrübeli çalışanlar size samimiyetle yaklaşıyor. Artık Türkleri özümsemişler. Kazık atma peşinde değiller. Zaten sürekli gelen bir kitleyi mutlu etmek istiyorlar. Bodrum-Çeşme restoran tayfasından çok farklılar.

Hesap:

*Ahtapot ızgara
*Midye buğulama
*20’lik Barbayyani
*Yunan salatası
*5 Türk kahvesi (5 kişi değildik, 3 kişiyiz toplamda)

Fiyat:

55 euro

**********

Daha sonra ise merkezdeki beach’lerden birine yerleştik. Şezlong için para ödemiyorsunuz ama en azından bir içecek kişi başı almak zorundasınız. Frappe’mizi aldık ve akşama kadar burada takıldık. Yorgunluk attık. Kişi başı 2,5 euro civarı… Merkezdeki beach deyip de kalabalık zannetmeyin. Çok sakindi ortalık. Su da baya temizdi.

***

2. gün artık arabaya binme ve hem beach’leri hem de köyleri ve diğer bölgeleri gezme zamanı gelmişti.

Sabahtan yola çıktık ve 40-45 dakikalık bir araba yolculuğundan sonra adanın güney batısına ulaştık. Buradaki beach’lerin adını duymuştuk. Özellikle Camel beach ve Paradise Beach…

Ancak ikisi de istediğimiz gibi çıkmadı… Sebeplerini açıklayayım.

Camel Beach…

Burası aslında çok güzel bir yer ama gördüğünüz gibi aşağıya inmesi çok zor. Arabasız zaten zar zor inersiniz ama çıkamazsınız… Arabayla da çok zor ve tehlikeli şekilde dar ve yokuş bir yoldan indik. İndiğimizde de ne bir şezlong ne bir bar/cafe gördük. Tamam doğası, suyu, kumu çok güzel ama tek bir tane şemsiye bile yok. Kendiniz getireceksiniz… Olabilir… Bunu tercih eden insanlar da var. Saygı duyuyorum ama cayır cayır güneşin altında burada tüm gün geçmezdi.. Aç ve susuz… Ama kendi şemsiye, sandalye ve yiyecek içeceğinizi getirirseniz ücretsiz bir beach sonuçta… Tercih edenler olabilir.

Belki kırmızı dairede gösterdiğim araba, iniş yolunun zorluğunu tam gösteremiyor ama yine de değmez… (Bence)

Bu bölgedeki Beach’ler aslında yanyana… Çeşit çeşit…

İkinci duyduğumuz isim de Paradise Beach’ti…

Paradise Beach:

Burasının denizi ve kumu, Camel Beach gibi güzeldi. Yer daha kalabalıktı. Cafe ve restoran seçeneği de boldu ancak burası da gereksiz pahalıydı.

Şemsiye ve 2 şezlong toplam 8 euro… 1 kişi olursanız da fiyatı ikiye bölmüyor. Yani 3 kişi de 4 kişi de toplam 16 euro veriyorsunuz.

pahalı bence… Yunan adalarında genelde şezlonglar ya 1-2 euro ya da ücretsiz olur… Onun yerine 1-2 içecek alırsınız. Burası gittiğim Yunan adalarında hiç görmediğim bir uygulamayı hayata geçirmiş.

Bunun sebebini de sordum. Beach’lerin yer aldığı Kefalos bölgesinin belediyesi işletmelerden para alıyormuş. Onlar da bunu şezlong ve şemsiyelere yansıtıyorlar. Diğer yerlerde ise sadece işlettiğin restoran/barın/cafe’nin vergisini veriyorsun.

Kefalos bölgesi halt etmiş yani…

Şaşırdık ama ne yapalım, artık güneş altında öğle vakti git, gel sıkıldık…

Tatile geldik dedik, yerleştik. Bu arada Wi-fi da sıkıntılı. En tepedeki restoranda var ama cafe/bar’larda yok. Kumsalda yok. Bunu da genelde Yunan adalarında görmezsiniz. Her yerde, her şekilde wi-fi vardır.

Sonuç olarak Kefalos bölgesinde paran varsa, şezlong ve şemsiyeli beach’e gidersin ama yoksa Camel beach gibi bomboş bir yerde kalırsın.

Türkiye’de bahsedildiği gibi “Efsaaanneee” yerler değiller yani… Çok da önermiyorum. Zaten tüm Yunan adalarında tüm beach’lerin kumu ve denizi çok güzel… Buraları görmeseniz de olur.

Hesap:
Paradise Beach Restoran:

*Yunan birası Esa (50’lik) 8 euro
*Grek salad: 7 euro
*Ahtapot ızgara (taze değil donmuş): 8 euro

****

Akşam ise belki de 4 günlük tatilin en güzel yemeğini yediğimiz yere gittik. Paradise Beach’ten çıktıktan sonra merkeze dönmeden direkt olarak Zia köyüne geçtik.

Adanın tam ortasında dağlık alanda ve tepede olan Zia köyü, manzarasıyla zaten herkesi büyülüyor. Gün batımını adada en iyi buradan izleyebilirsiniz. Zaten adanın turistleri de buraya akşamüstü akın ediyor ve gün batımını izliyor.

Zia köyü – Oromedon restorant

Aslında Zia köyünde de hediyelik eşya dükkanları dışında pek bir şey yok ancak restoranlar muazzam. Bize İstanbul’dan önerilen Oromedon restorandı.

Kos’ta tuttuğumuz evden sorumlu çalışan, bu restoranda rezervasyondan sorumlu kişiyle arkadaştı ve restoranın en güzel masasını bizim için rezerve etti. Yazın hafta sonu/içi ayırt etmeden Oromedon hep dolu. Yani o masayı almak gerçekten çok zor.

Çok da fazla anlatmaya gerek yok. Sizi resimlerle başbaşa bırakıyorum… Zia köyü/ Oromedon restoranı da sonuna kadar tavsiye ediyorum. Manzara ve ortam dışında yemekler de çok güzeldi.

Yemek fotoğraflarındaki karanlık için kusura bakmayın. Flaşlı çeksem daha kötü gözüküyordu.

Ancak hangi yemeğin ne kadar fiyat olduğunu yazmayı unutmuşum. Çok kötü oldu bu. Yine de şunu belirteyim. Hiç pahalı değil. 3 kişi et, deniz ürünü, uzo, salata ve ikram tatlı ile kahveye toplam 60 küsur euro civarı bir para ödemiştik.

Paradise beach’teki bira ve tavukla aynı fiyat… Tekrar ediyorum, Kos’a gelip de buraya gitmemek olmaz.

Gece hayatı…

Adada belirli bir tarihten sonra gece hayatı yok. O eski bilinen barlar sokağı tarafı tamamen değiştirilmiş. Birkaç sene önceki büyük depremden sonra… Bu arada ilk gün Rodos’ta 3.5’luk bir deprem oldu Kos’ta da çok net hissedildi.

Ancak merkezdeki cafe’ler akşamları Ekim ayı olmasına rağmen doluydu. Hollandalılar, Almanlar ve az sayıda Türk barlarda genelde maç izliyor. 4-5 dev ekranlı maçlar yayınlanıyor.

Akşam maç izlerken tatlı krizi tuttu bir banana split istedim. Manzara bu…

Aslında bu resmi paylaşma sebebim adadaki mantaliteyi de göstermek. Nerede ne alırsanız alın asla malzemeden çalmıyorlar. Her şey böyle dolu dolu geliyor…

****
3. günde tekne turuna gidelim dedik. Akşamdan rezervasyon yaptık. Aslında ekim ayı olduğu için turlar çok dolu değildi. Yaz aylarında muhtemelen en az 1-2 gün önceden rezervasyon yaptırmak gerekli.

Merkezde tekneler sıra sıra dizilmiş durumdalar. Çalışanların çoğu Türkçe biliyor. Çok net konuşuyorlar.

Bu teknelerden birine kapora yatırıp rezervasyonunuzu yaptırıyosunuz. Bir gün sonra da sabah 9 gibi yola çıkıyorsunuz. Turlar yemekli… Kişi başı 25 euroydu…

Turlar çeşitli… Adanın güneyine de kuzeyine de gidiyorlar. Biz kuzeye giden bir tur seçtik. Pserimos ve Kalymnos’a gitti tekne… İki adada da neredeyse hiçbir şey yok. İkisi de Bodrum Turgutreis ve Akyarlar’dan çok net gözüküyor.

Kalymnos:

Kalymnos, kara parçası olarak büyük olmasına rağmen sadece kaya olarak kalmış resmen. Tekne Vathi denen bir limana bıraktı bizi. Burada 1 saat kadar hediyelik eşya falan aldık, kahve içtik döndük.

Ha tabi şu var, etrafındaki koylarda durup arada bir denize giriyorsunuz… Adanın nüfusu yazın 15 bin, kışın ise sadece 600 (altı yüz) oluyor.

Balık çiftliklerinde çipura ve karagöz gibi balıklar yetiştiriliyor. Kalymnos merkeze ise gitmedik. Orada da hiçbir şey yokmuş.

Pserimos ve Kalymnos arası böyle… Dağ taş ve balık çiftlikleri… Aslıdna göründüğü kadar sıkıcı değil. tekne turunda Yunanlılar, Alman, Hollandalı ve İngilizlerle edemedikleri muhabbeti sizle ediyorlar.

Politika, futbol, doğa… Her şey o kadar benzer ki… 15 Temmuz’dan da bahsediyor, İstanbul belediye seçimlerinin ertelenip Ekrem İmamoğlu’nun yeniden kazanmasından da… Gerçekten Türkiye iç politikasını ilginç şekilde detaylı takip ediyorlar. Yolda uzakta Kardak kayalıklarını da gösterdi kaptan… Çok uzak olduğu için çekemedim.

Pserimos (Keçi adası):

Pserimos çok küçük bir ada… Nüfusu 35… (Otuz beş) Kışın zaten kimse olmuyormuş. Bizde Keçi Adası olarak geçiyor. Hatta ada için Türkiye’ye ait olduğu ve Yunanistan’ın buraya el koyduğu iddiaları da var. Gerçekten böyleyse zaten bunu iç kamuoyunda yansıtmazlar. Yılmaz Özdil falan baya yazmıştı bi ara bu adayı… Ama iddialar ne kadar doğru gerçekten bilmiyorum.

Pserimos’ta da hiçbir şey yok. Denizin dibinde kahvenizi, biranızı yudumlayıp, 2-3 saat maksimum denize girip çıkıp tekneye geri dönüyorsunuz. Aslında tekne turlarının amacı da bu…. Maksat zaman geçirmek…

Ali’s Restaurant:

Saat 17 gibi tur bitiyor ve Kos’a dönüyorsunuz. Biz akşam yemeği için Ai’s Restaurant’ı tercih ettik. Buradaki yemeklerden de çok memnun kaldık.



Ali’s Reastaurant’ta yemenizi tavsiye ettiklerim:

*Cevizli nar ekşili spesyal salata
*Boyyourdi (buyurdi): Fırında karışık peynir (feta)
*Saganaki (Fetadan değil, kaşardan isteyin)
*Zucchini, (Mücver kızartma – yarısını da nohutlu isteyin)
*Barbayyani yerine bu kez Samos adasının bir uzosu olan Françesko’yu tercih ettik.

Toplam fiyat: 3 kişi 34 euro… kahve ve tatlı ikram (çoğu yerde genelde bu şekilde)

Marmari:

Son gün öğleden sonra adanın kuzeyindeki Marmari bölgesine gittik. Kuzeyde olduğu için biraz rüzgarlıydı. Ama kum, deniz yine çok iyiydi.

Burası da aslında küçük bir kasaba. Restoran, cafe, bar, bakkal, market… Her şey var…

Sezonda kesinlikle çok kalabalık oluyordur ama biz gittiğimizde neredeyse bomboştu. Burada şezlong başına 3 euro ödedik.

Marmari’de birkaç saat geçirdikten sonra merkeze geri döndük. Oradaki beach’lerde de birkaç saat geçirdik.

Güzel pizzacı Mama Rosa:

Bu arada balık ürünü yemekten bıkıp da canınız güzel bir pizza çektiyse Mama Rosa’yı öneririm. Bizim kaldığımız eve 2-3 sokak ötede bir yerdeydi.





****

Akşam yemeği için ise Psarovarka balık restoranını seçtik.

Burasını aslında bilmiyordum. Tamamen Foursquare’den bakıp buldum. Puanı çok iyiydi. 4 gün boyunca hava çok güzeldi ama son günün akşamı yağmur ve fırtına çıktı. Tüm restoranlar neredeyse bomboştu. Psarovarka’ya gittiğimizde ben arabayı bırakacak bir yer arıyordum. Her taraf dükkan ve restoran önüydü… Aradım, aradım, bulamadım sonunda adam yanıma geldi, “Ne yapıyorsun?” dedi. “Yer arıyorum” deyince, “Restoranın önüne park etsene…” dedi. İstanbul’da yaşayan biri olarak tabii anlamadım :=) Arabayı rahatça babamın oğlunun dükkanının önüne park edermiş gibi tam da önüne kapı girişine bırakıp restorana girdim. 🙂

Fırtınadan dolayı bomboşturestoran. Adam bize inanılmaz iyi davrandı. Muhtemelen akşamın ilk ve gecenin de tek müşterisi bizdik.

Gerçekten Foursquare’de yazdığı kadar varmış…

Psarovarka restoran:

*Ahtapot (harika)
*Barbun (Müthiş)
Tütsülü uskumru (İkram etti adam)
*Grek salad
*Barbayyani uzo

35 euro…

Umarım bu Korona belasından bir an önce kurtulur ve yazın yine Yunan adalarına güzel tatillere çıkarız.

Önümdeki hedefler Rodos ve Girit…

Ancak Türkiye coğrafyası da ilgimi ciddi şekilde çekiyor. Datça ve Kaş taraflarında bilinmeyen, keşfedilmemiş çok fazla yer var.

Yazar: Hakan Ateşler

Tatil tarihi: 1-5 Ekim 2019

İkinci Midilli Adası seferi (2019)

img_2466
Son olarak 2014 Ağustos’unda Midilli’ye gitmiştim. 5 yıl sonra çok fazla değişim beklemeden ama gidebildiğim kadar o dönemden değişik yerlere gitmeye karar verdim.

Ancak iki yer aklımdan hiç çıkmadı. Skala Skamnias ve Vatera… Skamnias kuzeyde Assos’un tam karşısı… Yukarıda gördüğünüz fotoğraf da Skamnias’tan… Karşıda gördüğünüz kara parçası Behramkale, Assos…

Skala Skamnias

Geçen sefer Skamnias’ı, Molivos’a giderken toprak yollara girip, zeytin ağaçlarının arasından geçerken tesadüfen bulmuştuk. 5 sene içinde özellikle Türklerin uğrak yeri olmuş. Bunda belki Petra tarafına Ayvalık’tan kalkan feribotların da etkisi vardır. Geçen sefer bu yoktu. Tabi artık iletişim çağındayız. Herkes her şeyi çok çabuk öğreniyor.

Mouria tou Mirivili Taverna

Yunanistan’ın birçok yerinde olduğu gibi burada da tabii ki bir taverna bulmak istedik. Moura tou Mirivili en ünlüsü olmuş. 3-4 senedir öyleymiş.

İki kişi ahtapottan karidese, uzo’dan yunan salatasına, saganaki peynirine yedik de yedik. Uzo olarak her zaman içtiğimiz mavi barbayanni yerine bu kez adanın bir başka güzel uzosu Matarelli’yi denedik. Çok da beğendik. Tavsiye ederim.
img_2471
b5cb0ab9-1939-42b6-bf8d-fd8913b46b87
img_2472
*Uzoya buz değil de, buzla iyice soğutulmuş su tavsiyemdir 🙂

Toplam 50 euro ücret ödedik. Bu yemeklerin taze olmasını geçtim Bodurm’da Çeşme’de yediğiniz takdirde ne kadar ödeyeceğiniz konusuna hiç girmiyorum.

Bunları söyleyince Yunan sevicisi, Türk karşıtı diyorlar. Bizim işimiz doğruyu söylemek. Açıkçası ben de çok isterdim, vizeyle uğraşmadan dokunulmamış bakir koyları olan yerlerde TL ödeyerek taptaze deniz ürünleri yemek… Neyse bu konu çok uzun…

Yüzde 90 Türk

Zaten yazının başında da dediğim gibi Türkler de artık Yunan adalarını tercih ediyor. Mouria tou Mirivili’de 100 kişi varsa 90’ı Türk’tü. Abartısız… Tavernalarda çalışan Yunanlıların Türkçe anladığını, menülerin Türkçe bölümlerinin olduğunu söylememe gerek yok artık.

Skala Skamnias’tan yönümüzü Molivos’a çevirdik. 5 sene önce tesadüfen keşfettiğimiz toprak yoldan sağ tarafımızda Ege, sol tarafımızda zeytin ağaçları olmak üzere  lastiği patlatmadan gitmeye çalıştık. Motorlu bir Türk çift de gördük. Gerçekten motor değil de araba kiralamamız doğru kararmış. O yolda motor olmaz.
614b6871-ac26-4ba5-92b1-31cf9c8fc98b
Tüm yol böyle… Düz, virajlı, taşlı ve yokuşlu… Gece asla tavsiye etmem. Özellikle yokuşların yanında uçurumlar var, gece araba farı bile yetmez.

Karşısının Assos/Behramkale olduğunu söylemiştim. Göçmen olayları geçmiş senelere göre çok azalmış ama hem Türk hem Yunan askeri gemileri devriye atmaya devam ediyor sürekli. Behramkale-Skamnias arası da çok yakın ve zamanında insan kaçakçılığı adanın daha çok bu bölümünde olduğu için önlemler alınmış.
img_2477
***
Skamnias’tan geçtik Molivos’a…

Molivos kuzeye baktığı için rüzgar var, deniz de genelde dalgalı ve bulanık. Yine de temiz. Plaj pek yok. Deniz kum ama giriş zor. Merdivenlerden, ara sokaklardan iniyorsunuz.


Molivos, Midilli’nin güzel şehirlerinden bir tanesi… Taş evler, deniz manzaralı restoran ve cafe’ler… Tüm gününüzü geçirmenizi tavsiye etmem ama mutlaka bir uğrayın da derim.

Deniz kenarında aşağı tarafta barlar da mevcut. Müzik güzel… Gece hayatı doyurucudur. Biz geceye kalmadan yolumuza devam etmek zorundaydık ama tahminim o ki, Midilli gençliği merkeze geldiği kadar geceleri buralara da akıyordur.

Congas Beach Bar’ı tavsiye ederim.

Mantamados

Skala Skamnias ve Molivos’tan önce uğradığımız bir de Mantamados köyü vardı. Çok sade, kilisesiyle ünlü Mantamados’un bir başka özelliği de süt ve süt ürünleri…

Bir koyun yoğurdu yedik, tadı inanılmazdı. Soğuk şekilde muhafaza etme şansımız olsa kesinlikle Türkiye’ye getirmek için alırdım.  Ama o sıcakta mümkün değil. Yine de tavsiye ederim. Sırf manda ve koyun yoğurdu yemek için o köye gidilir mi? Gidilir, net söyleyeyim. Köy de zaten çok güzel. Ağaçlar altındaki cafe’lerde (bizim köy kahvesinin aynısı 🙂 ) oturup iki kahve de içilir.

Komünist partinin köydeki varlığı da şaşırtıcıydı açıkçası…


Sarı bayraklar adada neredeyse her yerde… Aslında Yunanistan coğrafyasında her yerde… Bizans bayrağı…


Benim burada yapmak istediğim şey olanı göstermek… Başka durumlara yormayalım. Biz konumuza dönelim… 🙂

Skala Neon Kydonion

Mantamados’tan çıktık, sakin mi sakin, küçük mü küçük bir balıkçı köyü olan Skala Neon Kydonion’u bulduk. Durduk şöyle 1 saat kadar deniz kumsal yapıp, arabaya atlayıp yolumuza devam ettik ancak buradaki sakinlik de dikkatimizden kaçmadı.

1-2 butik otelin yanında kiralık evler de mevcut. Ücretini soramadık açıkçası evlerin ama konumu dolayısıyla ucuzdur herhalde…

 


Köyde meyve satan arabanın mikrofondan “Karpuz, nektarin, patates” diye bağırması da güldürmedi değil.

Therma… (Termal kaplıca)

Midilli’ye gittiğimiz zaman 1-2 gün içinde çok ciddi fırtına ve yağmur bekleniyordu. İstanbul ve Ayvalık’ta da fena gitmiş havalar. Ayvalık normal tabii…

Sürekli yağmur yağarken ve hava 19 dereceye düşmüşken “Termal kaplıcalara” gidelim dedik.

İlçenin adı zaten Therma… Biz de gittik. çok lüks, çok güzel bir kaplıcada termal suda keyif yaptık.

1 saati 3 euroydu. Zaten 1 saat yetiyor. Çeşitli fiyat aralıklarına göre daha çok kalıp, havlunuz yoksa alabilir ya da içeride-dışarıda olmak üzere daha fazla yer deneyip, daha çok kalabilirsiniz.

Yağmurlu havada güzel geldi. Midilli Adası’nda irili ufaklı, hatta bazıları terk edilmiş ama kaynak suyu hala çıkan bir çok termal yer var.

En azından 1-2 saatinizi buralara ayırmanızı tavsiye ederim.


Vatera…

Güneyin en güzel yerlerinden bir tanesi… Plomari (uzosuyla ünlüdür) yolu üzerinde Polichnitos tarafından giderek, zeytin ağaçlarıyla dolu dağ yollarından ulaşıyorsunuz. Merkezden az yol değil ama değiyor. Yine merkezdeki otogardan otobüs de kalkıyor.

Dediğim gibi biz gittiğimizde fırtına, yağmur götürüyordu Midilli’yi ama Vatera tarafına güneye geçince güneş açmıştı. Fırtına ve yağmur yeni bitmesine rağmen deniz yine sessiz ve güzeldi.

Normal dönemde gerçekten inanılmaz. Hafif solda İzmir/Karaburun, sağda ise Chios (Sakız) Adası çok net gözüküyor ama çok uzak tabii ki…

*2 bira ve cips 7,30 euro… Bi an için fazla gelebilir ama şezlong parası vermedik. Genelde Yunan adalarında şezlong parası yok. Onun yerine (en azından) kahve, su, ya da herhangi bir şey de içseniz olur. Yemek çeşidi de bol… Fix Dark güzel biraymış…

Plaj kum-çakıl karışık ama rahatsız etmiyor. Deniz kum… 1-2 taverna var, iyi olduğunu düşündüğümüz Zouros Taverna’yı seçtik, oturduk. Izgara ahtapot, Matarelli uzo, salata, barbun yedik. Barbunlar gerçekten muazzamdı. Büyük ve taze… İki kişi toplam 40 euro ödedik.
img_2570
*Isırdıktan sonra çekmişim, kusura bakmayın 🙂

Merkez…

Mytillini’de bu kez daha çok vakit geçirdik.

Uzo festivali

Uzo festivaline katıldık. Geniş bir bahçe içinde yapıldı festival… Aslında beklediğimizden  vasattı. Girişte bardağa 2 euro veriyorsunuz ve içeride o bardakla istediğiniz kadar uzo içiyorsunuz. Şarkılar, müzikler, uzolar… Adanın genç nüfusu pek sallamamış uzo festivalini… Yaşlılar ve evliler daha çok gelmişti. Onlara da aksiyon olmuştur. Çünkü ada gerçekten genel anlamda sessiz…


Merkezde pazar günü, belki de adaya para kazandıran Türklerin en çok nüfusa sahip olduğu gün olmasına rağmen dükkanların çoğu kapalı… Sokaklar bomboş… Tavernalar açık tabii ki.

Ancak pazartesi her yer açıktı. Adanın kalabalığını görmüş olduk.

Zeytinyağı, saganaki peyniri aldık. Sabah kalkıp frappe’mizi içtik. Hep yazıyorum, Yunanistan’daki frappe’yle Türkiye’deki aynı değil.

VİZEYE DİKKAT!

Geçen sefer geldiğimde kapı vizesiyle girmiştim. Yine insan heyecanlanıyor.”Ya vermezlerse…” diye… Bu sefer vizemiz varken gittik.

25 euroluk gidiş-dönüş TURYOL yerine 30 euroluk JALE ile gittik. JALE çok daha hızlı. Turyol 1,5 saatte giderken JALE 45 dakikada gidiyor. “Ne farkeder?” demeyin, güneş altında 1 saat az vize ve giriş kuyruğu bekliyorsunuz.

İstanbul’da internetten aldığınız biletlerinizi Ayvalık’ta onaylatıyorsunuz. Ailesiyle Midilli’ye giden bir gencin pasaportunun geçerlilik süresi 90 günden az kalmış.

O yüzden onay alamadı ve ailecek Midilli tatilleri daha adaya geçemeden zehir oldu.  Türkiye’de onay verilse, Midilli tarafından geri gönderilecekti zaten… Pasaportlarınızda KKTC damgası olmamasına da dikkat edin. Yunanistan’ın her noktasında pasaportların her sayfasına bakılıyor. KKTC damgası olan pasaportun sahibi ülkeye alınmıyor.

Zoumboulis Rooms…

Hafta sonu olması dolayısıyla ada kalabalıktı. Otellerde yer yoktu. Merkezin kuzeyinde Zoumboulis Rooms’da kaldık. İki gece, iki kişi toplam 100 euro ödedik. Kişi başı 25 euro… Normal.

Adam kıyak yapmış deniz manzaralı oda vermiş. Pansiyonda 20 oda varsa 7-8 tanesi Türk’tü.

Merkezde birçok yerde cafe’ler, tavernalar, gece kulüpleri, pastaneler var. Yemekler birçok yerde çok iyi… Tatlılar da öyle…

Ara sokaklarda arka tarafta “O Ermiş” tavsiye edilir.  Tüm yeme-içme yerlerinde birçok Türk var. Adanın gelirinin çoğunluğu yazları Türklerden geliyor. Türkiye’ye yakın diğer adalarda olduğu gibi…

Midilli yazısında değişik detaylara değinmeye çalıştım. Genel bilgiler zaten 2014 yazısında mevcut. Umarım yararlı olmuştur.

İyi gezmeler 🙂

 

Çeşme’nin karşısında bir güzellik Chios (Sakız Adası)

2
Sakız Adası’da diğer birçok Türkiye’ye yakın Yunan adası gibi doğal güzellikleri ve ucuz, taze yemekleriyle sizi büyülüyor. Ada, Çeşme’nin tam karşısında bulunuyor. Turyol’la 25 euroya gidiş-dönüş bilet alabiliyorsunuz. Ertürk de yine bir seçenek… 45 dakikalık bir yolculuk.

3

Limanda indiğiniz zaman birçok cafe-restoran sizi karşılıyor. Oturup paşa paşa frappe’nizi için soluklanın ve Pire’den kalkan dev gibi Yunan gemilerinin tursitleri adaya bırakışını izleyin… Yunanlıların denizcilikte ne kadar ilerlemiş olduklarının bir kanıtı bu gemiler… 80 milyonluk, üç tarafı denizlerle çevirili Türkiye… Neyse konumuza dönelim.

4.JPG

Limanın az ilerisi ve şehir merkezi bu şekilde… Denize nazır cafe’ler, restoranlar, otel ve hosteller…Ben kurban bayramı sonrası gittim. Oda fiyatı 35 euroydu. Makul bence… Otelim tam merkezdeydi. Batı tarafında çok daha ucuz oteller mevcut ama tabii ki her şey daha kısıtlı… Bu arada birçok noktaya şehir merkezinden otobüsler de kalkıyor.

5

Şehir merkezinde bir de cami var. Mecidiye Camii… Ancak Ayasofya nasılsa, bu cami de müze durumunda… Sultan Abdülmecit döneminde yaptırılmış ve şu anki adı Mecidiye Camii Bizans Müzesi…

6

Sahil güvenlik için bekleyen küçük bir gemi… Her sabah yola çıkıp akşamüstü döndü.

KARFAS BEACH

Yavaş yavaş sahillere inmeye başlayabiliriz. Karfas Beach, adanın merkezine yakın en güzel kumsal. 10 km’lik bir mesafe var merkeze… Otobüs sizi tam önünde bırakıyor. Buraya geldiğimde şezlong için para ödemedim. Diğer Yunan adalarında 2,5-3 euro ödüyorduk. Sakız’da hiçbir yerde ödemedik. Ama kahvenizi, yemeğini oradaki cafe-barlardan alabilirsiniz.

Sabah erken kalkarsanız güneşin doğuşuna da yetişirsiniz. Ben kalkamadım 🙂 Toplam 100 kiişi varsa yaklaşık 85-90’ı da Türk’tü.

Karşıda Çeşme, İzmir ve İzmir’in dağları…
7
8

9

PIRGI KÖYÜ…

Adanın 2 tane önemli tarihi köyü var. Pirgi ve Mesta… Eski evler, dar sokaklar… Ancak fotoğraf çekme ve bir kahve içme dışında (normal olarak) yapılacak çok fazla şey yok. Yine altınızda arabanız varsa, mutlaka bir görün derim.

Pirgi…
11

12

41

AGIA DYNAMI EFSANESİ…

Pirgi ve Mesta’dan ayrıldıktan sonra tam ortada Olimpia köyü var. Buradan aşağı yani güneye indiğiniz zaman Agia Dynami’ye gidiyorsunuz. Burada bir mağara var. Tepenin üstünden mağaraya girip, alt taraftatn çıktığınızda karşınızdaki manzara bu…Denizi ve kumsalı anlatmamam gerek yok herhalde… Ancak şezlong yok. Ağaçların altında takılın rahatça…

13

14

LANGADA KÖYÜ

Agia Dynami’den bastık, taa kuzeydoğudaki Langada köyüne…

20

Burada iki güzel restoran var. Nostos ve Paşa… Nostos kapalıydı, Paşa’da yedim. Türkiye’ye yakın birçok Yunan adasında olduğu gibi yine taze deniz ürünleri… Fiyatlar da zaten makul…

Paşa restoranda klasik taze ahtapot, Chios uzosu ve yine Sakız Adası’na özel Mastello peyniri yedim. 20 euro ödedim çıktım.

16
18

17

Ahtapotlar taze taze…

21

GECE HAYATI…

22

Sakız’da gece hayatı yok denecek kadar az. Ancak merkezdeki iki yanyana cafe-bar harika…

Gündüz kahve dükkanı gece ise bar oluyorlar. Bira istiyorsun, yanında çerez, cips ne varsa ikram ediyor. İki bar da akşamları dolu. Cumartesi akşamını söylememe gerek yok. Genç nüfus bir hayli fazla diğer adalara göre…

Samos ve Middili, Chios’a göre çok daha fazla hoşuma gitmişti ama Chios’ta da ciddi anlamda iyi vakit geçirilir. Sıkılma ihtimaliniz yok.

Adanın batısında bakir koylar çok fazla. Çok güzeller. Birçok Yunan adasında da bu böyledir. Açık Ege’ye bakan taraflarda çok yerleşim yoktur. Türkiye’ye bakan taraf her zaman yerleşimin olduğu bölgeler.

SAKIZ AĞAÇLARI

40

Adaya ismini veren sakız ağaçları… Yine Ege’nin bir başka güzelliği zeytin ağaçları da her yerde… Ağacın altının kireçli olma sebebi, düşen sakız reçinelerinin daha rahat toplanabilmesi… Kireç olmazsa, reçineler toprağa karışıp kayboluyor. Kirecin üzerinden ise süpürgeyle toplanıyor.

Sofralardan resimler 🙂

42

45

44

43

Beklenmedik şekilde güzel çıkan Samos (Sisam) Adası

Aslında çok fazla popülaritesi olan bir ada değil Samos. Mikonos, Santorini, Rodos, Girit varken esamesi okunmaz. Türkler için de aynısı geçerli… Biz her yaz Girit’e, Mikonos’a gitmiyoruz tabii ki… Ama yakınımızda birçok ada var. Sakız, Midilli, Kos gibi adalar Samos’tan daha çok Türk çekiyor.

Ama işte… Deniz bu şekilde Samos’ta… Ve sadece bir yerde, bir koyda değil… Birçok plaj, beach, koy ya da adını ne koyarsanız bu şekilde…
5

Türkler’in 1 numaralı tercihi olmasa da, Samos’a da çok sağlam sayıda turist geliyor. Hem de sadece Türkiye’den de değil. Özellikle Almanya’dan turist yağıyor. Adaya geldiğim ilk gün inen uçak sayısını görünce şoke oldum. İstanbul Atatürk değil belki ama yarım saatte, hadi 40 dakikada bir uçak iniyor adaya… Çoğu charter uçuşların… Havalimanı merkez yerlerden sayılabilecek Pythagoreio’da… Yerin adı Pisagor’dan geliyor. Pisagor burada yaşamış…
2

Genel bir tanıtımdan sonra detaylara inmeye başlayalım. Adaya en kısa tabii ki en yakın yer olan Kuşadası’ndan bilindik prosedürlerle giriyorsunuz. Ya kapıda vize alacaksınız ki bunda zorluk çıkarmıyorlar, ya da önceden alınmış vizeniz olacak. Bunu hala soranlar olduğu için söylüyorum, Vizesiz giriş yok 🙂

Ben tekne biletlerimi İstanbul’dan internetten almıştım. Kuşadası’nda onaylattım, sorun yaşamadan gittim. Sorun yaşayanı da görmedim.

Merkez Vathi…

Kuşadası’ndan tekneler adanın merkezi Vathi’ye geliyor. Ancak dönüş Pisagor’dan… Bazen duraklar değişebiliyor. Pisagor da merkez gibi bir yer… Vathi’den daha kalabalık ve eğlenceli.

Kokkari güzelliği…

Dediğim gibi Vathi’de fazla bir şey yok. Oradan, adanın güzel restoranlarının olduğu Kokkari’ye geçtik. Altımızda kiraladığımız i10 tabii ki…

Kokkari gerçekten güzel ve keyifli bir yer. Balık restoranları, cafe’ler… Denizi de çok iyi…

3

Kokkari’den sonra oraya çok yakın olan Tsamadou (Samadu okunuyor) Beach’e gitmenizi tavsiye ederim.

1

Karlovasi kasabası

Karlovasi adanın büyük sanayisi olan kasabalarından ancak gezecek çok fazla yer yok. Önemi, bir limanın da burada olması… Turyol tekneleri bazen direkt olarak buraya yanaşıyor. Ama Kuşadası’ndan değil, Seferihisar’dan kalkıyor buraya yanaşan tekneler… Türk teknelerinin yanaştığı üçüncü yer burası.. Düşünün yoğunluğu…

Potami Şelaleleri… 

Adanın kuzey batısında bir yer… Ormanlık, dağlık bir alanda yürüyüş yapıyorunuz. Zorlu bir parkur. Dikenler, çalı çırpılar, ağaçlar ve birkaç saat suyun ,içinde yürürken gördüğünüz balık ve az sayıda da olsa küçük zararsız su yılanları… 🙂

8

7

6

Evet buralardan yürüyorsunuz. Göründüğü kadar korkutucu değil. Hafif Rambo gibi hissettiğiniz de oluyor kendinizi ama her yerde insan var zaten korkacak bir şey yok.

Biz sonunda büyük bir şelale var zannetik, yürüdük de yürüdük ama sonunda öyle beklediğimiz bir şey çıkmadı. Spor oldu dedik döndük. Sevenler çıkabilir.

Monaletes…

Monaletes küçük bir köy. Manzarası güzel. Ormanların içinden gidilen güzel yollarla ulaşıyorsunuz. Bursa’daki Cumalıkızık köyüne benziyor biraz da. Küçük ve şirin evler var. Fazla abartılacak bir yer değil. Türkiye’de ballandıra ballandıra anlatıyorlar. Ben öyle efsane bir durum görmedim 🙂 Her yerde benzer manzara olduğu için sadece ev fotoğrafıyla geçiştiriyorum.

9

Balos’ta Stella restoran keyfi

Daha sonra güneye indik. Balos diye bir yer. Küçük. Deniz kıyısında. Burada Stella Restoran diye bir yer varmış.

10
Balos’a inene kadar dağlar tepeler derken kendimizi müthiş bir deniz manzarası ve üzüm bağlarının önünde bulduk. Samos’ta şarapçılık ve uzo yapımı da çok gelişmiş. Ama adanın kendi uzo ve şarabını bile zor buluyorsunuz. Öyle de ilginç bir durum söz konusu.
Neyse… Balos’a kadar bu yollardan indik ve sahile ulaştık.

11

Bu resimde 10 metre arkanız deniz… Buradan böyle bir yol sizi Stella Restoran’a çıkarıyor. Ağaçlar altında güzel bir restoran… Çok güzel bir ağırlama, ingilizceyi su gibi konuşan bir baş aşçı ve çalışanları…

Sizlere kazık atmıyorlar. “Dağ başında ne alaka?” derken, şaşkınlığınız sürekli artıyor. Yemek öneriyorlar, “Bu size fazla gelebilir” gibi yorumlar yapıyorlar. Kazıklamak istese satar her şeyi ama yapmıyor.
12

Sebzleri bahçelerinde kendileri yetiştiriyorlar. Güzel salatalar, yemekler… İyi bir ahtapot carpaccio’yu patlatırsın burada. Tavsiyemiz.

1314

Stella’dan resimler bu şekilde… Ancak dönerken geldiğiniz o dağ yollarından geri döneceksiniz ve her yer zifiri karanlık. Fazla içmeyin, yollarda ışık çok az var, bazı yerlerde hiç yok. Uzunları açıp gidiyorsunuz. Asfalt ama tehlikeli yine de…

Kaldığımız yer: Ireo

Biz adanın güneyindeki Ireo kasabasında kaldık. Güzel barların olduğu küçük bir kasaba… Barlar var ama giden yok. Bomboş. Kasaba da boş. Samos şarabından içtik, öyle takıldık bir akşam ama sıkıcıydı. Kalınmak için güzel, eğlenmek için berbat bir yer.

Ama zaten adanın genelinde gece hayatı öyle müthiş değil. Yazının başında dediğim gibi Almanlar çok geliyor. Ama yaşlı ve genelde köylü olanlar geliyor. İngilizce bile bilmiyorlar. Onların da gece hayatı gibi bir dertleri yok. Sabah, öğle, akşam bira ve tuzlı fıstıklarını yiyip, oturuyorlar sadece…

Cohyli Otel’de kaldık biz. Geceliği 32 eurodan… Kahvaltısı basit. Booking’de oda-kahvaltı dahil değildi. Oteli arayın kabul ediyorlar 🙂

Paleokastro köyü

Adanın doğu kısmında, hafif tepede yer alan bir köy… Çok küçük bir yer. Salaş bir asmaaltı balık restoranı var. Gittiğimizde saat akşam 7 gibiydi. Tüm masalar doluydu. Türkler tabii ki kaçırmamış burayı.

12-13 masa varsa 8’i Türk’tü. Yunan rahatlığını burada görüyorsunuz. Adama yer olmadığı için ‘Biraz bekleyelim’ dedik. Adam da ‘Beklemenize gerek yok burası hep dolu’ dedi. Biz de her yer, her saate rezerve zannettik. Sonra bir masa kalkınca ‘Buyrun’ dedi. ‘E hani, boş yoktu’ deyince de güldü, gitti. Adamların umrunda değil. Bizde olsa masanın üstüne masa koyar da seni bırakmaz.

Akşamın en güzeli ise kızarmış soğanlı, karidesli papalina balığıydı.

15

Pythagoreio (Pisagor)

Adanın büyük şehirlerinden… Başta da dediğim gibi Vathi merkez ama Pisagor da merkez sayılır. Biraz Ankara-İstanbul muhabbeti gibi…

Cafe’ler, restoranlar, barlar, hediyelik eşya dükkanları, liman, her şey burada… Almanlar kaynıyor. Türklerin sevdiği tavernaların yerini artık Almanların takıldığı cafe’ler almış.

16

Psili Ammos… (Sili Ammos)

Adanın birçok yerinde olduğu gibi harika bir denize sahip. Tüm Yunan adalarında olduğu gibi şezlong başına 3 euro veriyorsunuz. Etrafta cafe ve tavernalar mevcut. İster bira-patates yap, ister uzo-balık…

17

18

19

Mykali Beach

Psili Ammos’la yanyana… Daha doğrusu arabayla 5 dakika gibi bir uzaklıkta… Benzer yerler ama restoran pek yok etrafta. Psili Ammos daha kalabalık ve eğlenceli.

Yine de Mykali de güzel yer. Kafa dinlemek istersen tercihin olabilir.

20

21

Frantzeskos Uzo…

Yunanistan’ın en iyi uzosu Barbayyani’dir. O da mavi olanı. Diğerleri tırttır. Çok hafiftir en azından. Ben beğenmem. Ama yazının başında da dediğim gibi Samos’ta uzonun yeri ayrı. Frantzeskos uzoyu yazmadan edemedim. Adanın kendi üretimi olmasına rağmen çok zor bulduk.

Diyorum ya adamların umrunda değil. “Pazarlayalım, dünyaya satalım” gibi bir dertleri yok.

sonnn

Dönüş…

Gelişimiz Vathi’yeydi, dönüşümüz ise Pisagor’dan oldu. Limanda teknenin kalktığı yer bildiğin güneşin tam altı.

Bizim teknemiz 17’de kalkıyordu. O saate kadar sıra beklemek yerine “biraz daha takılalım” dedik. Güneşte yanarsın öyle beklersen. En azından kalabalık, kuyruk da erimiş olur. İçeride ‘iyi bir yerde’ oturamazsın belki ama beklemekten iyidir.