Yazan: Hakan Ateşler
2016 yılında senelik iznimi son yıllarda kafayı taktığım Yunanistan‘ın Ege Denizi’ndeki Ios adasında geçirdim. 5 günlük bu tatil ada hakkında birçok tecrübe edinmek için yeterli oldu.
Bu süre Ios adası için ortalama bir süre… Daha çok kalmayı, daha çok yer görüp, lezzet tatmayı tabii ki isterdim ama hayat…
Blog’larda ada için 1-2 günlük geziler de görüyorum ama bunlar bence çok da yeterli değil.
Evet, ada küçük ancak popülaritesi -Mikonos kadar olmasa da- her sene gitgide artan muazzam beach’lere sahip…
Beach party’ler hoşunuza gitmiyor mu? ya da “Mikonos çok abartılı, Santorini çok pahalı” diyorsanız, Ios tam size göre… Her yaştan, her çeşit insana hitap ediyor çünkü…
Neyse hikaye kısmını geçip, gerçeklere dönelim…
Önce paradan bahsedelim…
Ios çok pahalı bir ada değil. Birçok Yunan adası gibi, Türkiye’nin cennet yerleri Bodrum, Çeşme ve türevlerinden çok daha ucuz… Ama…
Ama’sı yol… Ios adasına ulaşmak çok kolay değil. Gezmeyi, görmeyi, araştırmayı seveceksiniz. Yoksa Ios yolculuğunuz işkenceyle başlar, küfürlerle sona erer.
Ben her yaz tatili planlarımı bir sene önceden yapmaya başlarım. Evet, tarihleri hele bir de çalışan bir insansanız önceden kestirmeniz zor ama para olayını halledebilirsiniz. 1 yıl boyunca kenara bu tatil için küçük miktarlar koymaya zaten başlamıştım. Bu yüzden giderken içim rahattı. “Toplam ne kadar harcadın?” deseniz cevap veremem. Saymadım, bakmadım… Bakmam da… 🙂
Kaba hesaba girişelim.
İlk yapman gereken kendini Atina’ya atmak… Bunun için en kısa yol tabii ki uçak. Ben Pegasus’tan 59 euroya Sabiha Gökçen kalkışlı uçağımı buldum, affetmedim.
Atina’da, Pire limanından tüm adalara tekneler, feribotlar kalkıyor. Ios, baya uzak olduğu için gidiş-geliş toplamda 116 euro ödedim. (Evet uçaktan pahalı). Bu arada Pire’de de bir gece kalmak durumundaydım. 35 euro da buradan gitti. Rezervasyonların hepsini internet üzerinden, ödemeleri de kredi kartıyla yaptım.
Ios’ta otelde geceliği 25 euroya kaldım. Bundan ucuzunu bulmak zor. Ya çok uzak, ya da çok bakımsız olanları var. Onlar belki…
Ama benim otelim (pasiyon diyelim), çok temiz, düzenli ve sürekli sıcak suyu olan bir yerdi Hem de merkezdeydi. 59 euro uçak bileti, 40 euro Pire’deki otel, 116 euro feribot(git-gel) ve 100 euro civarı da (4 gece) pansiyon…
Adada kredi kartı çoğu yerde geçiyor. Uzak köylerdeki tavernalarda geçmeyebilir.
Ada yazısına geçelim…
Önce kendini Atina’ya at!
Yukarıda da belirttiğim gibi önce Atina’ya gitmeniz gerekiyor. Ios ulaşılması kolay bir ada değil. İzmir’den, Çeşme’den, Bodrum’dan feribot kalkmıyor 🙂
Ancak Atina’ya ulaştıktan sonra gerçekten her şey beklediğinizden daha kolay oluyor. Yunanlılar, ellerindeki tek iyi kart turizm olduğu için bunu kullanmayı biliyorlar.
Atina’da Venizelos havalimanından banliyö treni ve metro kalkıyor. Bu iki seçenekle de Pire’ye ulaşabilirsiniz. Gemi, tekne, feribot ve türevlerinin çoğu Pire limanından kalkıyor. Gece, gündüz, sabaha karşı fark etmiyor.
Pire’ye ulaşma kısmını kısa yazıyorum, çünkü gerçekten çok kolay ve bu konuda not almadım 🙂
Tek aktarmayla işinizi hallediyorsunuz.
Pire…
Pire, dağınık ve çok da temiz olmayan bir şehir. Ben beğenmedim. Ama şu feribot organizasyonu muazzam. Dev bir limanı var. 9 bölüme ayırmışlar. Sizin feribotunuz hangi bölgeden kalkıyorsa, oraya gitmelisiniz.
Korkacak bir şey yok. Tüm bölümler E1, E2, E3 şeklinde 9’a kadar sıralı ve yan yana… Bulamama ihtimaliniz yok. Hadi uzoyu fazla kaçırdınız, akşamdan kaldınız diyelim… Her taraf acenta ve biletçi kaynıyor. Oteldeki resepsiyona sorsan o da çok net ve basit şekilde sana açıklar.
Dikkat etmeniz gerek noktalardan biri ise, Türkiye’de muhtemelen internet üzerinden almış olduğunuz biletleri limanda mutlaka onaylatmanız gerektiği… Size gemiye biniş kartı verecekler… Hem gidiş hem dönüş… Onlara iyi bakın, kaybetmeyin… İnternet üzerinden almış olduğunuz çıktıyla (modern! dilde print-out 🙂 ) feribota binemezsiniz.
Ben akşamdan bilet olayını hallettim. Sabah 7.20’deydi feribotum… Heybetli bir ismi de vardı: Hellenic Seaways, Highspeed 6…
Harbiden de highspeed…
Gece, gündüz, sabaha karşı… Dediğim gibi her adaya feribotlar kalkıyor. Arabalar, insan yığınları sürekli Pire limanında…
7’yi 20 geçe bizim highspeed kalktı ve Ios’a doğru yola çıktı. Durak yok. Direkt gidiyoruz.
Bizim şehir hatları vapuru gibi, “Çıkayım da bir çay, sigara içeyim” diye bir seçeneğiniz yok. Bunlar çok hızlı giden makineler oldukları için güvenlik önlemleri yüksek, dışarıya çıkılmasına izin verilmiyor. Limandan kalkarken 1-2 fotoğraf ve görevli hemen herkesi içeriye davet ediyor.
İçeride yemek, içecek var. Kart geçmiyor. Cash… Ben bir şey yemedim, içmedim. 0,5 litre suyum yeter. Adaya inince bakarız…
İçeride yoğun bir klima ve Avustralyalı, İngiliz genç grupları mevcut. Onun için kulaklık ve üstünüze sizi üşütmeyecek bir şey almanız tavsiyem… Highspeed diye adı var, teknoloji süper ama wi-fi yok… Benden söylemesi…
Ve Ios…
Dediğim gibi uzun zamandır kafayı taktığım için Ios’a yaklaşmak bile, onu feribotun camlarından görmek bile insanı heyecanlandırıyor.
Benim kaldığım yer, Glaros oteldi… Limana yakın… 5 dakika yürüme mesafesi… Limanda iner inmez pansyonuma gittim. Zaten küçük yerler buraları… Pansiyon sahiplerinin oğlu ordaydı… İki samimi muhabbet, odayı da hazırladılar, vailizi bıraktım, kendimi dışarıya attım.
Oda beklediğim gibi küçük, temiz ve düzenliydi. Klima da koymuşlardı… Gecelik 25 euroya beklentilerinizi fazla tutmamalısınız zaten… O zaman 5 yıldızlıya gideceksin…
Benim için temiz olması yeterliydi. Kahvaltı çoğu yerde olduğu gibi burada da ücretli… Oda-kahvaltı değil yani…
Yialos Beach…
Fotoğraflarda da gördüğünüz gibi Yialos Beach denilen yer, kumsal, kaldığım yerin hemen karşısındaydı. Yoldan karşıya geçmek yeterli… Saat 7.20’de kalkan feribot, 11.30 civarı adadaydı… Önce güzel bir kahvaltı hemen ardından da kendimi denize attım. Yialos da diğer kumsallar gibi, sadece kum ve müthiş bir denize sahip… Fazla anlatmaya gerek yok.
Mylopotas Beach…
Pansiyonun sahipleriyle konuşurken, benim de İstanbul’dan okuduğum beach’leri söylediler. Bunlardan ilki hep merak ettiğim Mylopotas Beach’ti… Burada camping alanları ve sırayla dizilmiş pansiyonlar mevcut.. Farout Camping denen yere, İngiliz ve Avustralyalılar adeta akın ediyor. İzlandalı da yok değildi. Su sporları, dalış yapıyorlar. Okul gezileri de oluyor.
“Ne alaka?” demeden de geçemiyorsunuz. İngiliz ve Avustralyalı’nın hatta İzlandalı’nın gideceği yer mi kalmadı da, Ege’de küçük ve ulaşması (onlar için daha zor) uğraş isteyen bir yere geliyorlar? Onu da öğrendim. 70’li yıllarda hippiler buralara gelmiş. Öyle ya da böyle ada bu şekilde, o coğrafyalarda bir isim yapmış. Bu hippilerin çocukları, torunları ya da ismi duyan gençlik buraya geliyor. Özellikle de Far Out camping denen yer…
Mylopotas’a her gün yarım saatte bir limandan otobüsler kalkıyor. Otobüsler adanın merkezi Chora’dan da geçiyor. Bilet fiyatı 1.80 euro…
Mylopotas’a gelecek olursak… Diğer kumsallar gibi (sürekli beach yazmak istemiyorum:)) müthiş bir denize ve kuma sahip…
Drakos Taverna…(üstte solda gözüken yer)
Mylopotas’ta bir de bana çok önerilen Drakos Taverna vardı. Adayla ilgili ilk hayal kırıklığımı burada yaşadım. Çünkü birçok Yunan adasında olduğu gibi restoranın dışına taze ahtapotlar asılmıştı. Bir de bir televizyon kanalının gurme çekimine denk gelince “Şimdi buldum işte” dedim ama…
Siparişimi verirken emin olsam da sordum, “Ahtapot ve kalamarlar taze mi, dondurulmuş mu?” dedim. “Dondurulmuş” dedi kadın. “Ama buraya ahtapotları asmışsınız…” dediğimde cevap veremedi. “Çok sipariş alıyoruz, yetiştiremiyoruz” gibi klasik bu coğrafya insanının “İdare et işte” anlamına gelen cevabını aldım.
Yunan salatası (üzerinde feta peyniri olan) ve ahtapotumu yedim, Uzomu içtim ama moral bozuldu. Ege, küçük bir Yunan adası ve dondurulmuş ahtapot… İlginç…
Midilli’de adam patatesi bile kendi soyup, kızartıp getiriyordu sana…
Dolayısyla gurme falan olmasam da Drakos’ta salata, bir bardak uzo, cacıki ve ahtapota verdiğim 21 euroya üzüldüm.
Bilseydim yemez, limanın oralardaki teze balık yapan yerlere saklardım açlığımı ve paramı…
Dolayısyla Drakos tavernada çok da yemek yemenize gerek yok. Bir özelliği yok.
Magganari Beach…
Bir gün sonra gittiğim yer bir başka büyük kumsal ama daha sakin olan Magganari Beach‘ti… Burası liman ve Mylopotas gibi adanın güneyinde kalan ancak ulaşılması daha uzun süren bir yer… Liman tarafından zaten sürekli otobüsler kalkıyor. Gidiş-dönüş, 7,20 euroluk yol masrafı var.
Magganari de çok uzun bir sahile, güzel bir kum ve denize sahip bir yer… Burası Mylopotas gibi yoğun bir yer değil. Market yok.Güneş kreminizi, sigaranızı, ne bileyim şnorkelinizi yanınıza alın. Burada alamazsınız.
Bir bar-restoran ve bir tavernası var…
İkisi de fena değil… Venüs bardan dondurma, bira, su, wifi 🙂 gibi ihtiyaçlarınızı karşılayabilirsiniz. Bir de Christos Taverna var… Otobüsün kalkmasına yakın, “hemen iki dakika bir şeyler yiyeyim” dedim. Gittim bu sefer, atıştırmalık alacağım.. Sordum yine “Taze mi, dondurulmuş paket mi?” diye…”Ahtapot dondurulmuş, kalamar taze” dedi. Taze kalamarı yedim ve biramı içtim.. 10 dakika sonra kalkan otobüsle limana geri döndüm.
Chora…
Ios adasının, doğu, batı ve güneyinde güzel kumsallar var. Muhtemelen kuzeyinde de sağlam yerler vardır (yollar bozuk olduğu için otobüsler gitmiyor. Kiralık araba alırken de adamlar “oralara girmeyin, sorumlu sizsiniz” diyorlar) ancak merkez Chora, bir tepede yer alıyor.
Her yerde küçük küçük evler ve dükkanlar var. Restoranlar, büfeler, marketler… Küçük sokaklar. Bazen sadece bir insan vücudunun bile zor geçeceği yerler var. Chora köyünün her yeri inişli-çıkışlı sokaklarla kaplı… Bir sokağa giriyorsunuz, sessiz sedasız evler… Duvara bakan bir balkon. Belki küçük bir daire. Bir sokak ise sadece dükkan. Hediyelik eşyacının yanında dondurmacı, onun yanında market. Garip garip sokaklarda bir anda süper market çıkıyor karşınıza… Tek taverna var, o da dondurulmuş yemek veriyor. Salatamı yedim çıktım. Orada çalışan biri Türkiye‘den geldiğimi öğrenince hemen oturdu, politik olayları sordu. Anlattım. Baya detaylı biliyorlar. İsim isim… Neyse… 🙂
Gün batımını seyretmeden de sakın ayrılmayın. Yukarı çıkarken biraz yoruluyorsunuz ama değer…
Chora’da gece hayatı…
Fazla yemek yemedim Chora’da. Gece hayatı ise gelişmiş… Birçok bar mevcut. Eylül başı gittiğim için yarı yarıya kalabalıktı. Temmuz, Ağustos “peak” yapıyormuş. Bazı dükkanlar kapamış bile… Akşamları oturdum, bulduğum yabancı bir arkadaş grubuyla 1 saat, 2 saat takıldım. İçkimi içtim döndüm. Limana son dönüş otobüsü 23.40 ya da 12 gibiydi.
Sonrası ya otostop ya yokuş aşağı yürüyüş.. Çok uzak değil ama yakın da değil. Hele limandan, Chora’ya yürüyerek gitmeyi düşünmeyin bile. Yokuş yukarı 1 saatte çıkarsınız. Hem de o güneşin altında…
Dedim ya yarım saatte bir otobüs var zaten… Dönüş 12’den sonra yok. Sezonda kesin saatleri uzatıyorlardır.
Saat akşam 11 gibi Mylopotas‘tan limana dönen ve Chora‘da duran otobüsler full geliyor. İngilizler, Avustralyalılar çıldırmış gibi içmeye ve eğlenmeye geliyorlar. Nasıl dönüyorlar gerçekten bilmiyorum. Sabahlıyorlar belki de… Çünkü son otobüs ya da bir öncesiyle geliyorlar. Millet zaten 10’da, 11’de kaçmaya başlıyor. Bunlar 23.30 otobüsüyle Chora’ya merkeze barlara geliyorlar…
İçkiler ucuz. Tekila 1 euroydu. Bira 3 euro… Daqiri 6 euro… Viski falan 7-8 euro civarıydı.
Araba kiralama
Yoğun günler devam ederken, “araba kiralasam mı?” diye düşündüm. Fiat Panda ya da Nissan Micra en ucuzları. Günlük 30 euro… Kredi kartı geçiyor. Benzin bir günlük maksimum 15-16 euro yeterli…
Araba nereden baksan 50 euroya geliyor işte… Yine söylüyorum fazla değil. Bizi bitiren TL oluyor.. 🙂
Theodoti Beach…
Koumpara Beach diye bir yer var. Oraya gideceğim. Artık bir tam, bir de yarım günüm kalmış. Gidecek daha yerler var ama zaman yok… Araba kiralamak istemedim. “Zor şartlarda hallederim” dedim. Bir de hediyelik eşya, yemek, atıştırmalık vs vs derken gidiyor para, eriyor.
Ancak Koumpara Beach otobüsünü kaçırdım. En yakın otobüs 2 saat sonra… Yakın ama bu güneşin altında yürünmez. Gittim arabacıya 30 euroya Fiat Panda’yı kiraladım.
Gitmemin zor gözüktüğü Theodoti Beach’e doğru yola çıktım. Kuzey doğuya doğru… 20-25 dakikada arabayla oradasınız.
Yollarda ATV kiralamış gençlerin yanından geçtik. O güneşin altında dağ yollarında gidebiliyorlar. Helal olsun.
Theodoti Beach’e geldim. Küçük sakin ama yine muhteşem bir denize sahip yer. Hiçbir plajda para ödememiştim. Burada çakal suratlı, yalan gülüşlü bir kumral “Hoşgeldiniz, nasılsın?” dedi ve 3 euro istedi.
Verdim, keyfime baktım. Theodoti’de taverna ya da restoran yok. Küçük bir beach sadece… Tek tük evler var aralarında mesafe olan o kadar.
Denizi, kumsalı güzeldi. Ama muhabbet de bir yere kadar. Sıkıldık. “Aşağıda Psathi Beach var” dediler, hemen yola çıktık.
Psathi Beach… (Pontus mu? Evet, evet)
Psathi, Theodoti‘nin biraz alt tarafında kalıyor. Burası da sakin ve bir o kadar güzel bir plaj…Theodoti gibi küçük… Arabamla gelir gelmez, denize atlamak istedim ama küçük Panda kuma saplandı. Çıkmıyor da… Hemen plajdan yardıma geldiler. 1-2 Amerikalı çift, 1-2 Yunan yardım ettiler. Arabayı itmeler, kumu temizlemeler, lastiğin altına taş koymalar…
40 dakika sonunda arabayı kumdan çıkartabildik.
Psathi‘de kumsala inmeden bir de küçük taverna gördüm. Dışarıdan inanılmaz güzel, salaş ve çekici gözüküyordu. “Acaba yine donmuş yemek mi verirler” derken, attım kendimi
Alonistra Taverna‘ya…
Yaşlı bir adam vardı. Sahibi zannettim değilmiş, çalışanmış. “Kalamar taze ve çok güzel” dedi. İstedim taptaze ızgara kalamar geldi. Dev gibi… Limonu, zeytinyağını anlatamam… “Yediğim en güzel yemekti” diyebilirim. Psathi’ye uğrarsanız, Alonistra‘da yemek yemeden dönmeyin. Sonunda bir de adını unuttuğum bir tatlı da ikram ettiler. O yemeğin üstüne ancak o tatlı giderdi. O kadar iyiydi.
Orada çalışan yaşlı adamın dedesi, Samsun Bafralı’ymış. “Bafra” deyince adam, “Samsun mu” dedim, “galiba” dedi:).. “Trebizon’da da aileden çok kişi varmış” deyince, “Bizde de ‘Trabzon’ deniyor. ‘Pontus Rum’u mu'” dedim… “Evet, Pontus, Pontus” diye cevap verdi.
Nereden nereye… Ne hikayeler vardır.
Koumpara Beach…
Son dolu günümün akşamına geliyorum artık. Theodoti ve Psathi‘den sona gün batımı için rota, batıdaki benim de kaldığım yere yakın olan Koumpara Beach… Arabaya atladım, yavaş yavaş yarım saatte oradaydım…
Yine şahane bir deniz ve kumsal. Hatta denizde yüzerken ahtapot bile gördüm.
Burada da sakin bir ortam var. Polydoros denen bir mekan var. Bar-restoran tarzı… Gözüme aşırı lüks geldiği için ve Psathi’de inanılmaz bir yemek yediğim için yeltenmedim bile… Gün batımını izledik ve kaçtık.
Lorentzena diye bir yer…
Son günün akşamı yine Chora‘da bir şeyler içtim ve orada tanıştığım arkadaşlarımla vedalaştım. Sabah erken kalkıp, pansiyon sahibinin önerdiği Lorentzena‘ya gideceğim.
Havanın da temiz olması sebebiyle 7’de ayaktaydım. Eşyalarımı toplamak için vakit çok. Oyalanmak gibi bir niyetim de yok zaten. Maksat görebildiğin kadar çok yer görmek.
Koumbara’nın üstünde yine batı yakasında Lorentzena diye bir yer varmış. Doğal bir plaj… Şemsiye yok, bar, restoran yok.
Arabayı 11’de teslim etmem gerektiği için vaktim bol. Ios-Atina feribotum da 13.20’de… Yarım gün benim…
Atladım arabaya, zaten 10 dakikada Lorentzena’dasın… Tabelalar da gösteriyor. Önemli bir yer zannediyorsun ama 3-5 ev, onun dışında kimse yok.
Virajlı dağ yollarından indim ve asfalt yol kumsalda bitiyordu. Hayatımda böyle bir yol ve plaj görmedim. Adamlar plaja kadar asfalt yol yapmışlar. Hem de kimsenin uğramadığı bir yere…
Görüntü yukarıdaki gibi… Kumsalda kimse yok. Zaten saat 7’yi 10 falan geçiyordu. Deniz sakin ve o kadar güzeldi ki… Tertemiz… Akşamdan ateş yakmışlar, onun taşları duruyordu. Aşırı huzurlu bir yerdi. Maksimum iki kişi o da sevgilinizle gelinmesi gereken bir yer. Sadece sessizlik.. Ve gerçekten kimse yok. “Keşke geceden haberim olsaydı da gitseyim”diye düşündüm. Gece o karanlıkta yıldızları izlemek, dalga seslerinden hafif korkmak inanılmaz olurdu.
Lorentzena’da 40 dakika kadar takıldıktan sonra döndüm, valizimi topladım. Valizi resepsiyona bırakıp, limandaki fırına gidip inanılmaz hamur işleri yedim. Frappe’mi içtim.
Feribotların camları titretmesi…
İos‘a sürekli büyük feribotlar yaklaşıyor. Arabalar, insanlar iniyor. Feribotların motorundan çıkan ses, öyle bir titreşim gönderiyor ki, odanın camları titriyor. İnanın hiç abartmıyorum.
Ben odama ilk yerleştiğimde tahta panjur ve pencere arasından bir cızırtı sesi geliyordu. Sinek falan zannettim. Bir süre sonra o kadar işkenceye döndü ki, “Yahu ne bu” dedim. Baktım baktım hiçbir şey yok. Sonra limana feribot yanaştığını ve her gaz verişte aynı sesle camın ve panjurun titrediğini gördüm. Hatta panjur titreşimi önlemiş. Gece yatarken tahta panjuru açık bırakmıştım. Saat 3 gibi camlar deprem gibi titremeye başladı. Allah’tan feribot olduğunu biliyordum. Bilmeseydim çok ciddi söylüyorum, dışarı atardım kendimi “artık in mi cin mi geldi”diye… O kadar korkutucu… Çok da ses gelmiyor ama artık titreşim mi, ses dalgası mı neyse… deprem gibi titriyor… Evler eski hep, onun da etkisi var… Pimapen falan olsa kıpırdamaz 🙂
Ios daha mı güzel?
Sonuç olarak Ios maceram bu şekildeydi. Tüm hikayeyi, güzel detaylarıyla birlikte yazmaya çalıştım. Çok fiyat olayına giremedim. Çünkü gerçekten ana paralar haricinde ne harcadığımı yazmadım. İki kişi gidince fiyatlar da iki katı olmuyor. Oturduğunuz zaman iki porsiyon kalamar ya da iki ahtapot yemiyorsunuz. Ya da iki araba kiralamıyorsunuz. Fiyatlar göz korkutucu değil ama Euro-TL farkı da ortada.
Siz de eşinizle ya da sevgilinizle giderseniz, her şeyi bulabileceğiniz iyi bir yere gideceksiniz. Eğlenceyse eğlence, sükunetse sükunet…
Ios, daha önce gittiğim Kos’tan, Midilli’den daha mı güzeldi? Hayır. Zaten bir ada, bir kumsal, deniz ne kadar güzel olabilirse o kadar iyiydi. Hatta denizi genel anlamda bu adalardan iyiydi. Ama yolculuğu da ayrı zevkliydi. Tecrübeydi.
Yemekler açısından Midilli ve Kos, hatta Yunanistan‘ın bazı bölgeleri (Kavala, İskeçe) Ios‘u katlar.
Buralarda genelde hep taze yemiştik. Özellikle deniz ürünleri… Zannediyorum Türkiye’den çok turist gitmesinin Türkiye’ye yakın adalar için bir kriter oluşturması söz konusu…
Türk turist artık Bodrum’dan Alaçatı’dan Çeşme’den soğudu… Hatta nefret ettirildi. Artık para babası 34 plakalı jip sahipleri buralarda paralarını saçmayı tercih ediyorlar.
Gerçek turist, bu işletmere gerçekten uzun vadede para kazandıracak hatta Çeşme’yi Çeşme, Bodrum’u Bodrum yapan turist artık Yunan adalarına kaçıyor. Hem daha kaliteli hem de euro farkına rağmen daha ucuz yiyor.
Bunun için vize işkencesine de katlanıyor.
Bu durum Türkiye‘ye yakın Yunan adalarını da etkilemiş. Ios bunların dışında.. Zaten Türkler’e de hitap etmiyor. Taverna kültürü yok denecek kadar az. Arık Mikonos yolunda gidiyor ada.. Bu net…
Ama Datça‘nın karşısındaki Symi‘nin belediye başkanını hatırlayın, “Türkler olmasa biz ne yaparız” demişti.
Hakan Ateşler